Bilinmeyen bir yerden, bilinen ama meçhule açılan bir karanlık kapıdan girip yine bilinmeyen bir aleme, süratli bir gidiş var da onun için.
Gelir gelmez etrafın bir iken bin olup, bazen bu kesret içinde yalnızlığı özlersin de kalamaz olur, nihayetinde giderken yine bir ve tek, geldiğin gibi anadan doğma üryan bir şekilde gidersin de ondan. Mutlu olup doyasıya eğlendim dediğin anda hüznü beraberinde yaşarsın da ondan.
Doydum dediğin anda açlığı, örtüldüm dediğinde çıplaklığı, kandım dediğinde susuzluğu, bildim dediğinde unuttuklarını, sevdim dediğinde terk ettiklerini, baktım dediğinde görmediklerini, dokundum dediğinde uzanamadıklarını anladığın an gelir de ondan.
Bir biri içinde alemlerin gizlendiği, muhteşem bir sistem ve nizam ve intizamın yavaş yavaş bozulmaya yüz tuttuğun görür ve yaşarsın da ondan. Güneşin ısı ve ışığının, ayın çekim kuvvetinin arttığını, yıldızların eskiye oranla fersizleştiğini, toprağın verimsiz, suyun kirlendiğini hissedersin de ondan.
Giysi ve ayakkabı sayısının günden güne arttığını, israfın ihtiyaç olduğunu dinlersin de ondan. Adab-ı muaşeretin yerini modernlik alır da ondan. Trende otobüste büyüklere, kadınlara, hasta ya da engelliye yer verme, bir büyük geldi mi ayağa kalkma, büyük küçük farkı kalmadı da ondan.
“Ey gaflete dalıp ve bu hayatı tatlı görüp ve âhireti unutup, dünyaya talib bedbaht nefsim! (Sözler, s. 169) İşte dün geldin, bugün elli dört yaşındasın. Ne günler geçti, kimler geldi kimler gitti, hayatın nasıl geçti? Daha dün gibi idi. İşte kabir ağzını açmış gel der. Vakit yaklaştı saçın sakalın beyazlamış daha kim ve ne desin? Bütün o pahalı ama sana ücretsiz verilmiş, o beden ve cihazatın dünya için verilmemiş hala anlamadın mı?
Dünya seni terk etmeden sen o yalan dünyayı terk et. O halde bu alemin yalan olduğunu anladın ise burada ve ebedi alemde mutlu olmak istersen, şunu dinle: “Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve feraizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.” (Sözler, s. 146)