İnsan hem dünyevi hem de uhrevi gayesi marifetullahtır. Yani Allah’ı bilmektir. Bununda yolu zikir, fikir ve şükürdür.
Zikir. Yaratılmış her bir yaratığın kendi lisanı halleriyle Bismillahirrahmanirrahim demesidir. Yaradan’ın adıyla hareket etmesidir. “Bismillah” her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız. Bil ey nefsim, şu mübarek kelime İslâm nişanı olduğu gibi, bütün mevcudatın lisan-ı haliyle vird-i zebanıdır. “Bismillah” ne büyük tükenmez bir kuvvet, ne çok bitmez bir berekettir.”(Sözler - 5)
Evet, Bismillah diyerek taşı delip geçen ağaç, toprağı ve yer çekimini dize getiren zayıf bir çim tanesi onun lafzı ile güç bulur, hayat bulur. Bin bir ağaç, madem her şey manen “Bismillah” der. Allah namına Allah’ın nimetlerini getirip bizlere veriyorlar. Biz dahi “Bismillah” demeliyiz.”(Sözler - 7)
Bunları bilmeliyiz. Hadiste var ki, “İnsanlar helak olur, ancak bilenler kurtulur. Bilenlerden helak olur, ancak bildiklerini yaşayanlar kurtulur. Bildiklerini yaşayanlar da helak olur, ancak ihlâslı olanlar kurtulur. İhlâslı olanlar da her an onu kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyadırlar. (Keşfü’l Hafa)
İkici iksir fikirdir. Evet, bilmek insana mahsus bir özelliktir. Yunus ne güzel demiş: “İlim, ilim ilmektir. İlim kendin bilmektir. Sen kendin bilmezse ya nice okumaktır.”
Kitabı Kadimin ilk emri oku, değil midir? Peki, neyi okuyacağız? Tabi ki büyük kainat kitabını. Peki, ne için okuyacağız? Marifetullah için. Marifetullahı nasıl bulacağız?
Çevremize, kurda, kuşa, çiçeğe ve böceğe bakacağız. Onlara manayı harfleriyle okuyacağız. “Hem madem gözümüzle, gündüz gibi; hem nefsimizde, hem etrafımızda bir rahmet-i âmme ve bir hikmet-i şâmile ve bir inayet-i daime müşahede ediyoruz ve dehşetli bir saltanat-ı rububiyet ve dikkatli bir adalet-i âliye ve izzetli icraat-ı celaliyenin âsârını ve cilvelerini görüyoruz.” (Asa-yı Musa - 31)
Üçüncü iksir şükür; şükür insanın, yaradan tarafından ücretsiz verilen paha biçilmez cihazların, eşref-i mahlukat olarak yaratılışının, akli melekesinin gereği ve dahi şartıdır. Ey insan, “Senin gibi zaîf-i mutlak, âciz-i mutlak, fakir-i mutlak, fâni, küçük bir mahlûka koca kâinatı musahhar etmek ve onun imdadına göndermek; elbette hikmet ve inayet ve ilim ve kudreti tazammun eden hakikat-i rahmettir.” (Sözler - 10)
Allah-u Ekber diyerek huzurunda el açıp ya da bağlayarak, Elhamdülillah demekle; kusursuz kemaline, misilsiz cemaline, nihayetsiz rahmetine karşı hamd ü sena etmeliyiz. İşte, nihayetsiz nimetlere giriftar olunca, nimetlerden nasiplenince ahirinde Elhamdülillah demek şükürdür. Unutmayalım ki nimetler şükür görmezse nikmet olur.
Öyle ise, zikir, fikir, şükür iksirlerinin de mayesi, Allah namına vermek, Allah namına almak, Allah namına başlamak, Allah namına işlemek, nimetlerin yaratılış mucizesini düşünmek fikri ve ilmini almak, nihayetinde de şükrü eda edebilmeyi Rabbim bizlere nasip etsin.