Bazı insanlar vardır; kaba, gabi davranış ve konuşmalarıyla diğer insanları rahatsız edecek cinstendir.
Bu tip insanlar başta İstanbul olmak üzere diğer gelişmiş şehirlerimize gidip gelmelerine, uzun senelerdir ikamet etmelerine rağmen -oradaki kendi ilçe ve köylerinden daha medenî ahvali görüp şahit oldukları halde- davranış ve konuşmalarını zerre kadar değiştirmezler.
Anadili Türkçe olmayanların ve yabancıların kelimelerimizi yanlış telâffuz etmeleri mazur görülebilir. Ancak, bu vatanda doğup yaşayanların, kelimenin doğrusunu söylemeye gayret etmeyen ve ısrarla yanlış ve yabanî şekilde avaz çıkarmalarıyla insanları rahatsız etmeleri affedilemez ve mazur da görülemezler. İnsanlar arasında saygısız ve gürültülü hareket ve tavırlı bu tiplerin, güzel İstanbul’umuzun üzerine, çıkmayan bir leke gibi yapışan cehâletleri de yüz çevirtecek cinsten.
‘Su’ gibi basit bir kelimeyi dahi doğru telâffuz edemeyen, kuyuya ‘koy’, surata ‘süret’ demekte (vb. pek çok kelimeyi bozuk şekilde telâffuzlarıyla) ısrar eden bu tip vatandaşlarımızdan biri, memleketinde kahvehanede çalışmaktadır. Gelen iki müşteri çay söylerler. O çayı getirir ve sorar: ‘So da getireyim mi?’ Müşteriler, ‘İstemez’ derler. Daha sonra iki çay daha söylerler. Tazelenen çayları getiren yine sorar; ‘So da vereyim mi?’ Müşteriler yine, ‘İstemiyoruz’ derler, ama bir yandan da düşünürler. ‘ Acaba burada çayı soda ile mi içiyorlar?’ Meğer o zât, ‘Su da getireyim mi?’ demekteymiş.
Kimimizin malûmu olan o ilçelerden bir kişi, kasabasından şehre gitmek üzere işleğiyle (merkebiyle) yola çıkar. Yol uzaktır. Şehre giden kamyonetlerden birine işleğiyle beraber binerler. Muavin yolda adamdan kendisi için 5 lira, işleği için de 1 lira ister. Adam buna bozulur ve çıkışır; ‘Benden 5 lira alırken merkebim için niye 1 lira istiyorsun? Benim ondan farkım ne ki?’ der, vesselâm.