Yolculuklar güzeldir.
Yürümenin, koşmanın, seyretmenin, acının, açlığın, tokluğun binbir halini yaşatır insana. Hayatta olduğunu, canlı kalabildiğini fark ettirir. Yolculuktan önce de yola mı bakmalı bilmem, ama insanın içindeki yolunu bulması da oldukça önemli. Kişinin istediği, sevdiği, beğendiği, kalbinin onayladığı yolda yürümesi, yolculuğunu keyifli bir hale getirecektir çünkü.
Bir zamanlar bir dostuma demiştim ki, “sizi eksikliğiniz ve fazlalığınızla, yapabildikleriniz ve yapamadıklarınızla, kimliğiniz ve kişiliğinizin her cevriyle kabullenmiş bir bütün bulursanız, parçası olmaktan, bendesi kalmaktan korkmayın.”
Böyle bir yol bulanın gözü arkada kalmaz zannederim. Kendinden emin adımlarla yürür. Yalan yanlış duyduklarına, sağdan soldan bir şey söyleyenlere itibar etmez. Gönlünü ferah, dikkatini açık tutar. Gözlerini kapatır, kulaklarını tıkar ve yoluna devam eder. Zira bu yola başta kendisi ikna olmuş, onu tecrübe ederek sahiplenmiştir. İnsan inandığı yolda tek başına da kalsa, yolda yürümekten çekinmez, çekilmez.
Peki, ya yol arkadaşlığı?
İster insan fıtratı deyin, ister yolun gidişatı, ama her yolcu bir arkadaş arar yanına. Hem yarenlik edecek, hem yalnızlığını giderecek, hem de gamda, kederde, sevinçte ortak olup paylaşacak bir arkadaş...
Yolunu bulan, gayesini belirleyen her yolcu, kafasını kaldırır, etrafına bakar. Etrafımda birileri var mı diye düşünür. Kimlerle aynı yoldayım, aynı gayenin etrafında şekilleniyorum der. Ünsiyet kuracağı bir can yoldaşı bulduğunda, yolda yürümenin güzelliği artar. Ruhlar kenetlenir, birbirine benzeşir. Kalpler aynı atar, hissiyât derinleşir. Bir âh’ın ifade ettiği mânâlar farklılaşır. Bir yakınlığın derinliğindeki sıcaklık genişler. Mesafeler, zaman, şartlar, kültürler ortadan kalkar; aynı sıcaklığın yükünü taşıyanlara dönüşür. Birinin eline diken batsa, acısı diğerini sarar. Öbürünün ayağına taş değse, beriki tökezler. Sanki zamanı bölerler; hisleri, dünyaları, yaşadıkları mekânı bölerler. Kendini kendinden bölen bir insanın hissiyâtıdır yaşadıkları. Anlatılmaz, söylenmez, kelimeler kifayet etmez. Yalnızca hissedilir ve o hâlle yaşanır. Hiç bitmeyen bir bahardır yol arkadaşlığı. Dünyanın gıll ü gışından uzak, aynı yolda olmanın sarhoşluğudur bir nevi. Ama öyle bir sarhoşluktur ki bu, hissettirdikleri derin, bütün hücreleri canlı ve beyni, zihni, algıları açıktır. Çözüm odaklı düşünmenin, olaylara müsbet hareket düsturuyla yaklaşmanın pekçok hali yaşanır orada. Fikirler çatışır, çarpışır ve müdâvele-i efkârın ışığı kaplar her yeri.
Duygusal dünyaları aşan bir yerdedir yol arkadaşlığı. Gayesi bir olanları bir eden, yokuşları düz eden, dikenleri gül eden bir tefekkür seyahatidir. Fikir yolculuğu, çıkılabilecek en iyi yolculuktur ve bu yolda yoldaş bulmak nurun âlâ nurdur. Çünkü insanoğlu zayıftır ve yanında kendi gibi birini görürse güçlenir, kavileşir. Yol olur, yolcu olur ve mahall-i maksuda ulaşır.
Gaye birliğine ulaşmış hangi yolcu meyvesiz kalmış ki? Aynı yolun buhurdanından beraber nefeslenenler, ne zaman nefessiz kalmış ki? İhlâs ırmağının kaynağından içenler, ne zaman susuzluktan ölmüş ki? Önce yol, sonra yoldaş ve bir tatlı atmosferin inşirah veren serinliği.. Hayallerin uçsuz bucaksız enginliği ve şevkle, gayretle, hamiyetle tüketilmiş bir ömür..
Mevlâ, yola yoldaş eyleye..!