Geçen yazımızda hayırlı amellerin değişkenlik durumunun dördüncüsü olan, “Tertibi mukaddematta tefviz tembelliktir, terettüb-ü neticede tevekküldür. Semere-i sa’yine, kısmetine rıza kanaattir, meyl-i sa’yi kuvvetlendirir; mevcuda iktifa dûnhimmetliktir” kısmını işlemiş idik.
Bu yazımızda ise beşinci ve altıncı kısım birbirinin mütemmimi oldukları için birlikte işleyip anlamaya çalışacağız. Bu kısımda Üstad, “Meselâ: Fert mütekellim-i vahde olsa müsamahası, fedakârlığı amel-i salihtir; mütekellim-i maalgayr olsa, hıyanet olur. Meselâ: Bir şahıs kendi namına hazm-ı nefis eder, tefahur edemez; millet namına tefahur eder, hazm-ı nefis edemez.” demektedir.
Bu hususta üstad özellikle Risale-i Nurun pek çok yerlerinde ben ve biz hususunu işleyerek neden benden vazgeçip ‘biz’ olmamız gerekliliğini ve bunun ile de gayet muhkem ve metin bir şahs-ı manevi oluşacağını ve bu şekilde de Cenab-ı Hakkın inayet ve tevfiki ile muvaffak olunacağını bize izah ediyor ve ikaz ediyor. Mütekellimi vahde dilbilgisi kuralı olarak birinci tekil şahıs yani ‘ben’ manasını ifade ediyor ve burada üstad demektedir ki ferd yani şahıs kendi nam-ı hesabına müsamaha gösterir ve fedakârlık yapabilir, kendi hakkından vaz geçebilir. Ancak mütekellim-i maalgayr yani biz ve tüm cemaatin namına müsamaha gösterip fedakârlık gösteremez. Gösterecek olsa bu durum; cemaatin hak ve hukukuna tecavüz olup ihanet etmiş olur.
Keza bu mevzunun ikinci kısmında ise Üstad, “Bir şahıs kendi namına hazm-ı nefis eder, tefahur edemez; millet namına tefahur eder, hazm-ı nefis edemez” diyerek de bizler cemaat içerisinde ferd olarak yapılan bir haksızlık ve hukuksuzluk karşısında kendi namımıza susarak hazm-ı nefis edip hakkımızdan vaz geçebiliriz, tefahur edip gururlanıp böbürlenemeyiz. Ancak millet ve cemaat namına tefahur edip gururlanabiliriz, yapılan güzel bir hizmet ve muvaffakiyet karşısında; yoksa cemaatin kazandığı o başarı ve muvaffakiyeti kendimize yapılmış kabul ederek o haktan vazgeçemeyiz. Eğer vaz geçersek yine cemaate ihanet etmiş oluruz. Bu hususta yirmi birinci lema olan ikinci ihlas risalesindeki düsturlarda bu mevzu ile alakalı birkaç cümle ile yazıyı bağlayalım.
Meselâ: İkinci düsturda geçen, “Bu hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde faziletfüruşluk nev’inden gıpta damarını tahrik etmemektir. Çünkü nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkit etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalp ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder. Yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır” kısmı ferdiyetin değil, ittifak ve ittihadın sağlam olması için kırıcı tenkidin yapılmaması gerektiğini ve biz yada diğer bazı kardeşlerin kendi faziletlerini öne çıkartıp onunla tefahur etmememizi bize ders veriyor.
Yine dördüncü düsturda da, “Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şakirâne iftihar etmektir” hususu da mutekellim-i vahde yani birinci tekil şahıs olan benliğin unutulup, mütekellim-i maalgayr olan biz, yani nahnu’nun asıl olması gerektiği ve yapılacak bir tefahurun cemaat ve kardeşler namına yapılması gerektiğini ifade ediyor.