Üstad Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur mesleğini’nin dört esas üzerine bina edildiğini ve 26.Söz’ün Zeyli veya 29.Mektup Zeyl’de “Cenab-ı Hakk’a vâsıl olacak tarîkler pek çoktur. Bütün hak tarîkler Kur’an’dan alınmıştır. Fakat tarîkatların bazısı, bazısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O tarîkler içinde, kasır fehmimle Kur’andan istifade ettiğim ‘Acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür’ tarîkıdır” diye tarif eder.
Bu zaman ve zeminde bütün Nur Talebelerinin ve Müslümanların bu dört ana esasının tamamını öğrenmesi, anlaması gereklidir. Kur’ân-ı Kerîm’de Tevbe Sûresi 128. Ayetinde Peygamberimizin (ASM) şefkati şöyle bahsedilmiştir: “Andolsun, size kendi içinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.”
Bu konuda Ebu Hureyre, İbn Abbas ve Hasan-ı Basrî’den nakledilen hadis rivayetleri vardır: “Allah’ın yüz rahmeti vardır; bunlardan bir rahmeti yeryüzü halkı arasında paylaşmış ki, onların ecelleri gelene kadar (hayatları boyunca) onlara kâfi gelir. Rahmetin doksan dokuz kısmını ise kıyamet günü evliyaları, dostları için saklamıştır.” (Buharî, Rikak, 19)
Risâle-i Nur’da Şefkat şöyle tanımlanır: “Şefkat hâlistir, mukabele istemiyor; safi ve ivazsızdır. Hattâ en âdi mertebede olan hayvanatın yavrularına karşı fedakârane ivazsız şefkatleri buna delildir” (Mektubat, s. 53). Üstad Bediüzzaman insanlığa şefkatini şöyle ifade eder: “Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum” (Tarihçe-i Hayat, s. 543).
Üstad’ın Van’daki talebelerinden Molla Hamid Ağabey’in bir hatırası:
“Üstadımız; “bir kötülüğü gördüğünüzde elinizle, dilinizle yada kalben buğzediniz” Hadis-i Şerifi için, Van’da Nurşin Camii’ndeyken gelen ve gidenlere vaaz u nasihatlerde bulunurdu. Efendimiz Hz. Muhammed’in (ASM) ahlakını, sevgi ve şefkatini en çok takip eden oydu. Yanına devamlı gelen âlim, şeyh ve mollalara; millete şefkat ve merhametle muamele etmelerini tavsiye ederdi. “Vaaz ve nasihat ederken milleti korkutmayın, ümitlendirin” derdi. Hatta bir seferinde kalabalık bir âlim cemaati vardı. Bir mesele konuşuluyordu. Bediüzzaman Said Nursi, Molla Resul’e hitap ederek: “Kardeşim, size günahkâr bir genç teslim edilse, bütün imkân sizin elinizde olsa, ‘Bunu ıslah ve terbiye edin’ denilse, siz ne kadar uğraşsanız genç namaz kılmasa, oruç tutmasa, şer’î kuralları uygulamasa, ne yaparsınız?” dedi. Orada bulunan âlim ve fazıl zatlar: “Seyda! Vallahi bu feraizi yerine getirmezse biz önce tehdit ederiz, olmazsa döveriz. Daha da olmazsa o genci hapsederiz. Çünkü şeriat buna izin vermiştir” dediler. Üstad onlara hitaben: “Kardeşlerim! İşte burada benim fikirlerimle sizin ki uyuşmuyor” dedi. Orada bulunanlar: “Peki, siz ne yapardınız?” diye sordular. Üstad Bediüzzaman Said Nursi şu cevabı verdi: “O gence önce iyilikle söylerim. Sonra, ‘Farzları yaparsan seni hediyeyle taltif ederim’ derim. Yine yapmazsa, bir tarafa çekilip ağlayarak, ‘Ya Rabb, bu genci yakma, merhamet et! Çünkü ıslah etmek Senin elindedir!’ diye yalvarırım. Sizinki neye benziyor biliyor musunuz? Arkadaşınızla harbe gittiniz. Arkadaşınız kaza eseri düşmana esir düştü. Onu kurtarmaya çalışmayıp ‘İyi oldu, yakalanmasaydı’ demeye benzer!”
Evet günümüzde Risale-i Nur talebelerinin en bariz farklarından birisi de budur. Üstatlarından aldıkları şefkat mesleği…