Bediüzzaman Hazretlerinin destansı mücadelesiyle büyüyen Nur hareketi, bünyesinde birçok mizacı da bir arada tutmaya muvaffak olmuştu. Onun varlığı, bu potansiyelin ittihadı bozmasına fırsat vermiyordu. Fakat son yıllarına doğru bu manada bazı tehlike sinyallerinin farkına varmıştı. Nitekim onlardan biriyle alâkalı olarak özellikle bir talebesini, 1960’ta Ankara Beyrut Palas otelinde kalırken telgrafla yanına çağırmış ve diğer bazı talebelerinin de hazır bulunduğu bir ortamda o meşhur “Müsbet Hareket” dersi ortaya çıkmıştı.
Bediüzzaman’ın hizmet tarzına uygun olmayan hareketler, onun vefatından sonra Nur Talebelerinin zihnini bulandırmaya ve ayrılık tohumlarını atmaya başlamıştı. Fakat Zübeyir Gündüzalp’in gayretiyle ve meşveret sistemini devreye sokmasıyla çok genişlemeden halledilmişti.
Zübeyir Gündüzalp, Bediüzzaman sonrası bir takım hususî meşrep anlayışlarıyla ortaya çıkan dağınıklıklarla da aynı yöntemle mücadelesini sürdürerek, cemaatin ittihadının zedelenmesine müsaade etmemişti.
Dâhilde meydana gelen bu hadiselerden sonra, asıl tehlike 1969’dan sonra din adına ortaya çıkan siyasî hareketlerle başlar. İlk sıkıntılar Zübeyir Gündüzalp’in Ankara’da meşhur “yirmi yedi” ismi verilen dershanede kaldığı yıllarda tekabül eder. Zübeyir Gündüzalp, ferdî ve hususî meşrep anlayışlarından ziyade şahs-ı manevinin oluşmasını arzu etmektedir. Bu manada Ankara’da cemaatin toparlanmasıyla birlikte hizmetlerde büyük gelişmeler meydana gelmişti. Şahıs endeksli olmayan bu tarz, birilerini yavaş yavaş rahatsız etmeye başlamıştı. “Bir memlekette iki padişah olmaz” şeklinde kendini ele veren bu oluşum, Zübeyir Gündüzalp’in meşveret ve şûrâ sistemine tamamen zıttı.
27 Mayıs İhtilâlinden sonra çeşitli partiler kurulur. 11 Şubat 1961’de de Adalet Partisi kurulur. Ancak birileri Adalet Partisi’nin Demokrat Parti’nin devamı olmadığını söyleyerek milletin kafasını karıştırmaktadır. Onlara göre Demokrat Parti ve misyonu bitmiştir; artık adres Yeni Türkiye Partisi’dir.
Zübeyir Gündüzalp, bu tuzağın farkındadır. Tavrını net bir şekilde ortaya koyar. “Üstad’ın görüş ve ölçüleri değişmez. Ölçüler ve görüşler şahısla alâkalı değildir. Bu bir fikir akımı, misyon meselesidir. Demokratların devamı Adalet Partisi’dir.” diyerek kafa karışıklığının önüne geçer.
Ancak 1969 yılından sonra din adına kurulan bir partiyle, Nurculuk hareketi ciddî bir problemle karşı karşıya gelecekti. Kurulma aşamasında Maraş Senatörü Tevfik Paksu, Isparta Milletvekili Hüsamettin Akmumcu, Yeni Türkiye Partisi Adıyaman Milletvekili Süleyman Arif Emre gibi Nur Talebesi kökenli bazı parlamenterler fiilî olarak yer almaktaydı. Bu çalışmalar da maalesef, Ankara’da iyi niyetlerle tutulan ve adına “Parlamenterler Dershanesi” denilen bir mekânda yapılıyordu. Müsait olan parlamenterlere Risale-i Nurları tanıtmak ve dost yapmak için tutulmuş, bu yüzden lüks tefriş edilmişti. Mehmet Kutlular da İstanbul’dan beş-on günde bir gelip burada Risale-i Nur dersleri yapıyordu. Ailesini Ankara’ya getirmemiş olan Kahramanmaraş Senatörü Hacı Tevfik Paksu da burada kalıyordu. Bu mekân 1969 yılına kadar milletvekilleri nezdinde Risale-i Nur’u tanıtma bakımından ciddî hizmetlere vesile olur. Ta ki 1969 sonrası seçimleri yaklaşana kadar…
Bu hareketin içinde olan malûm ekip, Zübeyir Gündüzalp’e müracaat için geldiklerinde kendilerine sert ve net bir şekilde şöyle der:
“Kardeşim, ben sizleri Ankara’da, ‘mebus dershanesinde’ hizmetlerle alâkadar biliyordum. Siz parti kurma işiyle mi meşguldünüz?”
Partinin kuruluş sıralarında bir gün Ulus yirmi Yedi’ye geldiğinde AP milletvekili olup Millî Nizam Partisi’nin kuruluş çalışmalarını yapan Av. Hüsamettin Akmumcu’nun kendisiyle görüşmek istediği söylendiğinde “Kardeşim ben kendimi istismar ettirmem. Üstadımın mesleğine zıt hareket eden kişilerle de görüşmem. Verin ceketimi, ben gidiyorum.” der. Millî Nizam Partisi kurulduğunda partililer Nur Talebeleri ile tanışmak ve onları partiye kaydetmek için sık sık dershanelere gelirler. Zübeyir Gündüzalp bu meselede de sıkı tedbirler alır.
Yine aynı hadisenin bir benzeri Dr. Mehmet Akay’ın hatıralarından dinleyelim:
“Bir ara Ankara’ya geldiğini duydum. Ders yapacak, dinleyeceğiz, diye çok sevindim. Meğer bazı kişilerin parti kurma meseleleri varmış. Onlar o anda oraya gelmişler. Zübeyir Ağabey, sadece ‘Hoş geldiniz.’ deyip hemen kalktı. Onlar bekledikleri halde Zübeyir Ağabey, geri gelmedi. Mecburen kalkıp gittiler.”
Beyanat ve Tenvirler’in Tanzimi
1969 yılında din adına ortaya çıkan siyasî partinin müntesipleri, Nur Talebelerini kendi saflarına çekmeye çalışırlar. Tehlikenin farkında olan Zübeyir Gündüzalp, hemen sür’atli bir şekilde tedbirlerini alır. Mehmet Emin Birinci’yi görevlendirip, Risale-i Nur’un tamamını tarayarak Bediüzzaman’ın siyasî görüşlerini bir araya getirmesini ister. Çalışma hemen tamamlanarak “Beyanat ve Tenvirler” adıyla da neşredilir. Böylece bu siyasî hareket onun ciddî bir direnişiyle karşılaşır.
Mehmet Emin Birinci’nin hâtıralarında bu husus şöyle geçer:
“Millî Nizam Patisi kurulacağı zaman, Bekir Ağabeyin yazıhanesinde toplandılar. Millî Nizam Partisinin kuruluşunda bulunmak isteyenler adına Tevfik Paksu ve Hüsamettin Akmumcu cemaat adına ise Zübeyir Ağabey’in tasvip ettiği Tahsin Tola, Bekir Berk, Bayram Yüksel, Mustafa Sungur gibi Üstadın hayatta olan talebeleri vardı. Üç gün mütemadiyen bu meseleler görüşüldü. Üç gün devam eden bu toplantılarda, ‘Beyanat ve Tenvirler’de yer alan meseleler getirildi.
Onlar dediler ki: ‘Biz bu meseleleri bilmiyorduk. Bu hakikatleri kitaplarda neşredin ki, herkes istifade etsin.’
Toplantıların sonunda, din adına parti kurma hedeflerinden vazgeçtiler. ‘Biz bu işi yapmayacağız’ dediler. Fakat daha sonra kararlarında sabit durmadılar. (…) Bu meselede biz üzerimize düşeni yaptık, onlara anlattık, vazife-i İlâhiyeye de elbette karışamayız.
‘Zarara kendi rızası ile girene merhamet edilmez.’ kaidesine göre biz onlara bakamayız.
Hatta Zübeyir Ağabey bazen bizlere derdi:
‘Kardeşim, o parti mensupları bazen ders dinlemek için gelirler. Maksatları insan çalmaktır. Dikkat edin, yakasına bakın, rozeti varsa medreseye almayın. Onlar işi dolandırmak için geliyorlar. Ara sıra kendi mesleğinizin dışına çıkarak onlarla sohbet ederseniz size bir kelime söylerler, kafanız karışır. Zaten o tahribat yeter. Sizde iz bırakır. Onun için kat’iyyen onları içeri almayın.’”
Hacı Tevfik ve Sadakat Dersi
Hacı Tevfik Paksu’nun kurulacak olan partinin başına geçmesi için Erbakan’a teklif götürdüğünde, onun da, “Ben şeyhime danışmadan böyle bir şeye karar vermem” deyişini anlattığında Zübeyir Gündüzalp şöyle der:
“Allah senden razı olsun Hacı Tevfik kardeşim! Bana Üstadıma sadakat dersi öğrettin. Bir profesör, şeyhine sormadan bir iş yapmıyor. Bu olay bana müceddid ve cihanşümul bir hüviyeti olan Üstadıma sadakatta ne kadar mesafe kat etmem gerektiğini çok güzel ders verdi. Allah senden razı olsun.”
“Kalk hocam, kalk!”
Millî Nizam meselesiyle ilgili İstanbul’a meşverete çağırılanlardan biri de Mehmet Kırkıncı’dır. Mehmet Kırkıncı İstanbul’a gelinceye kadar meseleyi bilmez. Zübeyir Gündüzalp kendisine “Duymadın mı, yeni bir parti kuruluyormuş. Necmeddin Erbakan, Tevfik Paksu, Hüsameddin Akmumcu birleşip yeni bir parti kuracaklarmış. Allah korusun, bu yeni parti, din namına kurulduğu için, Müslümanları birbirine düşürür ve hizmetimize zarar verir, buna bir çözüm bulmalıyız.” der.
Devamını Mehmet Kırkıncı şöyle anlatır:
“Geceleri Zübeyir Ağabeyle birlikte kalıyorduk. Sürekli bu meseleyi düşünüyor ve çok rahatsız oluyordu. Bir gece beni, kaldırarak, ‘Kalk hocam, kalk! Ben bu gece hiç uyuyamadım.’ dedi. ‘Niye uyuyamadın Zübeyir Ağabey?’ dedim. ‘Bu yeni partinin büyük bir fitneye vesile olacağından korkuyorum. İnsanlar zahire bakarlar ve siyasetin cazibesine kapılırlar. Bazı dostlarımızın bu kudsî hizmeti bırakıp, siyasete gireceğinden endişe ediyorum’ dedi.”
Mehmet Kutlular’dan Anekdotlar
“Hak geldi, bâtıl zail oldu.”
Parti kurulmasında bir takım çatlak sesler çıktı, ama temayüz etmiş, arkasından adam sürükleyecek, sebkat etmiş insanlar sahiplenmediler. En azından aleniyet noktasında sahiplenmediler. Ama daha geniş dairede bir takım sıkıntılara maruz kaldık. Çünkü onlar artık, ‘Hak geldi, bâtıl zail oldu. Artık zaman, zemin müsait. Din adına siyaset yapılabilir. Dindarlar ezildi. Hep bu masonlar mı bizi idare edecek? Artık ehven-ü şer yok. Çünkü İslâmî manada bir parti kurduktan sonra Müslümanların mutlaka orada toplanması lâzım’ diyerek meselenin üzerine gittiler.
“Ehl-i iman gruplarıyla olan yakınlığımız zarar gördü”
O parti kurulana kadar ehl-i iman gruplarıyla, bilhassa tarikatlarla bir yakınlığımız vardı. Risale-i Nur Talebeleri cesurdu, öncüydü… Akıncı gibi bütün sıkıntılara, tehlikelere göğüs gerebiliyorlardı. Bu durum onların daha rahat çalışmasına zemin hazırlıyordu. Onlar da, Risale-i Nur Talebelerinin sadece Allah rızası için, Kur’ân, iman, İslâm için çalıştıklarını biliyor ve kabul ediyorlardı. Ama parti kurulmasından sonra bir takım insanlar dessasça fikirler geliştirdiler:
“Risale-i Nur Talebeleri ne için çalışıyor? Kur’ân için, iman için çalışır. Öyleyse şimdi din namına dindarların kurmuş olduğu bir parti var. Nur Talebeleri buna nasıl karşı çıkar? Kurucuları arasında ön safta görünen ve aramızda bulunan Hacı Tevfik Paksu, Hüsameddin Akmumcu gibi insanlar da var.” diyorlardı.
“Bazı Ağabeyler kesin tavır koymadılar”
Bir başka sıkıntımız vardı. O zaman Zübeyir Ağabey’in haricindeki ağabeylerimiz, bu meselelerde kesin tavır koymadılar. Siyasîler sık sık ağabeyleri ziyaret ederek, bünyemizde onlara karşı konulan tavrı törpülediler.
Ağabeyler tarafından, “Bunlara fazla hücum etmeyin. Bunlar da mübarek kardeşlerimizdir. Tamam, yanlış yaptılar, ama bu kadar da üzerlerine gitmeyin, kesin tavır koymayın.” gibi sözler söylendi.
İsmail Ambarlı’dan Bir Hâtıra
“Said Özdemir’in itirazı”
Zübeyir Ağabey, Millî Nizam kurulduğu zaman bir defa Ankara’ya geldi. Ben araba kullandığım için kendilerini—Akmumcu veya Paksu’nun evi tam hatırlamıyorum—eve götürmüştüm. Bir toplantı yapılmıştı. Yapılan o toplantıda Zübeyir Ağabeyin ifadelerine karşı ilk itiraz Hüsameddin Akmumcu’dan gelmişti. Hüsameddin Akmumcu’dan sonra Said Özdemir söz aldı ve itiraz etti. Said Özdemir, AP’nin DP ile aynı şey olmadığını söyledi. Kendisine göre bir mantık yürüttü ve “Müslüman bir parti varken başkasını desteklemek vebal olmaz mı?” dedi. Said Özdemir’in bu itirazı üzerine Zübeyir Ağabey sinirlendi ve Tevfik Tığlı meselesini anlattı. (*)
“İcap etmek ne demek?”
Zübeyir Ağabey, “Hüsamettin Kardeş, biz bu mesele ile ilgili olarak karar almamış mıydık?” dedi.
Hüsamettin Akmumcu da mahcup bir eda ile “Ağabey işte öyle icap etti…” filân dedi.
Zübeyir Ağabey bu ifadeye o kadar kızmıştı ki:
“İcap etmek ne demek? Üstadımızın bu manada bir ifadesi var mı, Risale-i Nur’da bu manada bir şey var mı?” dedi.
Toplu Namaz meselesi ve Zübeyir Gündüzalp’in tavrı
Zübeyir Gündüzalp, organizatörlüğünü Şevket Eygi’nin yaptığı toplu namaz meselesini de müsbet karşılamaz. Gövde gösterisine dayalı bu radikal hareket insanlara İslâm’ı sevdirmekten ziyade ürkütüyordu. “İslâmı Şevket Eygi temsil etmiyor. Bu tarz, gerçek Müslümanlık değil. Said Nursî’nin tarzını kitlelere göstermek gerekir. Devlet, radikal insanların İslâm’ı temsil etmediğini bilmelidir. Said Nursî’nin müsbet hareket tarzını herkese anlatmak lâzım.” der. Toplu namaz meselesinin aynı zamanda orduyu ve o cepheyi fazla tahrik ettiğini, hatta bir takım müdahaleleri beraber getirebileceği söyler.
NETİCE
Bu yazıda, Zübeyir Ağabeyin din adına ortaya çıkan siyasî yapılanmalara karşı müdebbir tavrını, tavizsiz çizgisini, net duruşunu ortaya koymaya çalıştık. Onun, indi mütalâalardan ziyade, Üstadından aldığı ders ve Risale-i Nur’da yerini bulan hakikatlerle konuştuğunu herkes tasdik etmektedir. “Tarih tekerrürden ibarettir.” denir. Biz de Mehmed Âkif’in dediği gibi diyoruz:
“Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?”
Kaynaklar:
- Bediüzzaman’ın Sâdık ve Kahraman Talebesi, Zübeyir Gündüzalp, İbrahim Kaygusuz, Yeni Asya Neşriyat.
- İşte Hayatım, Mehmet Kutlular,Yeni Asya Neşriyat
* Eski Eğirdir Müftüsü Hüseyin Hüsnü’nün oğlu, 1903 doğumlu, öğretmen kökenli Isparta eski milletvekillerinden Tevfik Tığlı, 5 Temmuz 1981’de Ankara’daki evinde öldü. Tığlı, yıllarca hasta ve yatalak bir vaziyette yaşadı.
Müftü babası Üstad’a muarız iken, amcası Hakkı Tığlı ise, Hz. Üstad’ın has dostu ve sadık talebesiydi.
Keza, Tığlı’nın damadları olduğu Enver Beyin Barla’daki evi, Hz. Üstad’ın da 1953’ten sonraki ikametgâhı oldu.
Enver Bey, aynı zamanda Üstad’ın Barla’daki o meşhûr çift sarıklı fotoğrafını 1927’de çeken zattır.
….
Yakın siyasî tarihimizin en ilginç, en şaşırtıcı simâlarından biri, hiç şüphesiz Tevfik Tığlı’dır. Şöyle ki:
Barla nahiyesinde başöğretmen iken (1931...) Üstad Bediüzzaman’a en büyük kötülüğü ve en katı düşmanlığı yapmış, hatta zındıkaya âlet olma derekesine kadar düşmüş olan Tığlı, 1957 seçimlerinde Demokrat Partiden milletvekili adayı olunca, gariptir ki, yine Üstad’ın tavsiyesiyle Nur Talebeleri tarafından desteklenmiş bir şahsiyettir.
Bu hususla ilgili olarak Eğirdirli Demirci Salih Efendinin hatıraları muhtelif eserlerde yayınlandı. Ayrıca, Son Şahitler’den de bakılabilir. (I. Cilt, s. 275; Yeni Asya Yayınları, 1993)
Demirci Salih, “Üstad’ın düşmanıdır” diyerek önce Tığlı’nın aleyhinde çalışmış. Ardından, Üstadının tavsiyesine uyarak, seçim konvoyu ile köy köy dolaşan Tığlı’nın lehinde çalışma cihetine gitmiş bir Nur Talebesidir.
……
Esasında siyasette “Ahrar–Demokrat” çizgisinin mânâ ve mahiyetini bilmeyenler, Tevfik Tığlı ve benzeri şahsiyetlerin durumunu da bir türlü anlayamadılar, anlayamıyorlar.
“Nasıl olur?” diyorlar, “Böylesine bozuk ve şerir adamların Demokrat Partide ne işi var?” diye isyan ediyorlar.
Hatta, daha ileri gidip şunu diyenlerin sayısı da az değildir: “İçinde böyle adamların bulunduğu bir parti, Demokrat mânâsında değildir. Demokratlık vasfını kaybetmiştir. Şayet onlar var olacaksa, biz yokuz. Bizim yerimiz başka partidir.”
Oysa, DP’de Tığlı’ya bile rahmet okutacak kadar şerir, bozuk daha başka adamlar da vardı. Buna rağmen, Üstad Bediüzzaman ve talebeleri, şahsa takılıp kalmadılar, dikkatleri harekete ve misyona çekerek bu partiye daima “nokta-i istinad” oldular.
(
http://www.yeniasya.com.tr/yazi_detay.asp?id=16837)