Üniversitelere kayıtların başladığı dönemlerdi. Nur dershanelerinde bizlere müracaat eden gençlerle ilgileniyoruz. Onlara bu güzide mekânların güzelliklerini anlatıyoruz. Ki bir ara yine kapımız çaldı. Kapıyı bizzat ben açtım. Karşımda sırtında gitarı, yırtık kot pantolonu, kulağında küpesi, enteresan saç modeli ve top sakalıyla bir genç duruyordu.
Kendinden emin ve gülümseyen bir duruşu vardı. “Selâmün aleyküm” dedi. Bizler de “Aleyküm selâm” diyerek kendisini içeri buyur ettik.
Salona geçip, daha yerine oturur oturmaz: “Ben dershanede kalmak istiyorum. Beni kabul eder misiniz?” dedi.
“Neden olmasın?” dedim. Devam ettim: “Biz bu mekânları sizler için açtık. Öncelikle burada kalmak istediğinden dolayı seni tebrik ederim.”
Fırtınaya tutulan bir gemiyi limana sığınmaktan kim men edebilirdi ki?…
Ve kendisine dershane hayatını anlatmaya çalıştım. Beni pürdikkat dinliyordu. Arada bir de göz ucuyla diğer gençleri süzüyordu. Bir ara bir şeyler soracak gibi oldu:
“Ama…” dedi. Biraz durakladı, yutkundu ve sustu.
Ben aslında ne diyeceğini az çok kestirmiştim. Bir elini sakalına doğru götürdü, diğer eliyle de pantolonunun yırtık yerini kapatmaya çalışıyordu. Gözü de gitarındaydı.
Fakat ben onun ne kılık kıyafetiyle, ne de gitarıyla ilgili olumsuzluk hissettirecek bir halde bulunmamaya özen gösteriyordum. Kalacağı odayı gösterirken “Gitarın!” dedim. Birden endişeyle yüzüme baktı: “Ne kadar güzelmiş, maşaallah müzisyenlik de var galiba…” dedim. Gülümseyerek “Eh işte, biraz…” dedi.
Günler geçti… Ne zaman dershaneye gelsem gitarlı genci, elinde hep Risale-i Nur okurken bulur olmuştum. Namazlarını kılarken cübbe ve sarık sünnetine azamî hassasiyet gösteriyor, tesbihatlarından asla taviz vermiyordu. Onu namaz kılarken hayran hayran seyreder, haline gıpta ederdim.
Zaman zaman odasında gitarıyla beraber ilâhiler söyler ve müsbet şiirleri bulur, besteler yapmaya çalışırdık. Ta ki alt komşumuzdan şikâyet gelene kadar… Ondan sonra biraz ara vermiştik çalışmalara…
****
Gitarlı genci dershanede ilk gören bir ağabeyimiz: “Bu ne hal? Bu genç dershanede mi kalıyor?” demişti. Sonra da kendi öğrencilik yıllarındaki hayatından kesitler anlatırdı. “Bizim zamanımızda…” diye başlardı konuşmalar. “Bizim zamanımızda kot pantolon giymek, dershaneden atılma sebebiydi” derdi. Ve zaman zaman “O modern çocuk hâlâ dershanede mi kalıyor?” diye sormadan da edemezdi.
Ah be abiciğim! Fırtınaya tutulan bir gemiyi limana sığınmaktan nasıl men edebilirdik?
Bilseydin ki “Her zamanın bir hükmü var.” şeklini değiştiren imtihanlardan ve gaflet anlarından geçiyoruz. “Zaman dahi bir müfessirdir. Ahvâl ve vukuat ise bir keşşaftır.”
Aradan yıllar geçti. O gitarlı genç okulundan mezun oldu. Kendini yetiştirdi. Çağın kalbine uzanan o merhamet elini tutabilmeyi başarmıştı. Yabancı dil öğrendi. Önüne açılan birçok maddî imkânları tercih etmedi. Hep ideali olan Kur’ân ve iman hizmetinde bir nefer (vakıf) olarak kalmayı tercih etti.
Ne mutlu sana bahtiyar genç! “Şimdiki aldatıcı ve câzibedar lehviyât ve hevesâtın hücumları karşısında”ki cihadını binlerle tebrik ediyorum.
Yolun açık olsun.