İnsanın hikâyesi, bir ezan ve bir sela arasındaki zaman diliminde yazılır.
Bu hikâye uzun mudur yahut kısa mıdır, bir muammadır. Bir hikâyenin uzunluğunun ya da kısalığının çok büyük bir önemi var mıdır? Bir hikâyeyi anlamlı ve kıymetli kılan, ardından bıraktığı iz değil midir?
Hayat, yürümekle yükümlü olduğumuz bir yoldur. Her yol, her adım, bir hikâyenin mürekkebidir. İnsan her adımda hikâyesini yazar, harf harf. Bazen başını gökyüzüne kaldırır; kalbini daraltan sıkıntıya değil, o sıkıntıya şifa verecek kudret sahibine teslim olur. Avuçlarında sıkı sıkıya saklar duasını. Hayat hikâyesine şükür yazar, sabır yazar, teslimiyet yazar. Belki bir şiir olur.
Bazı hikâyeler mahzenlerde hapis kalır. İnsan bazen sırtını güneşe döner. Önündeki karanlığı hayat pusulası sanır, bir gölgenin peşine takılır ve aldanır. Karanlığa kendi ayağıyla koşar adım yürür. Karanlığa yakınlaştıkça hakka ve hakikate yabancılaşır. İnsan olma mertebeleri, Kisra sarayı gibi alaşağı olur. Bir insan, daha büyük nasıl kaybeder? Hayat hikâyesine “kayboldukça kaybetti” yazar. Belki bir ibret olur.
“Ben gördüm ki, ehl-i diyanet, belki de ehl-i takva bir kısım zatlar bizimle gayet ciddi alakadarlık peyda ettiler. O bir iki zatta gördüm ki, diyaneti ister ve yapmasını sever, ta ki hayat-ı dünyeviyesinde muvaffak olabilsin, işi rast gelsin. Hatta tarikatı, keşif ve keramet için ister. Demek ahiret arzusunu ve dinî vezaifin uhrevî meyvelerini dünya hayatına bir dirsek, bir basamak gibi yapıyor. Bilmiyor ki saadet-i uhreviye gibi saadet-i dünyeviyeye dahi medar olan hakaik-i diniyenin fevaid-i dünyeviyesi yalnız müreccih [tercih edici] ve teşvik edici derecesinde olabilir. Eğer illet derecesine çıksa ve o amel-i hayrın yapmasına sebep o fayda olsa, o ameli iptal eder; laakal ihlası kırılır, sevabı kaçar.”¹
“Evet, elması bildiği (ahiret ve iman gibi) hâlde, yalnız zaruret-i kat’iye suretinde şişeyi (dünya ve mal gibi) ona tercih etmek ruhsat-ı şer’iye var. Yoksa, küçük bir ihtiyaçla veya hevesle veya tamâ’ ve hafif bir korkuyla tercih edilse, eblehâne bir cehalet ve hasârettir, tokata müstehak eder.”²
Hayat kısa ve fânîdir. Ancak hayatta hiçbir hikâye yarım kalmaz. Muhakkak her hikâye ahirette bir sona, bir sonsuzluğa erişir. İnsanın hikâyesi, dünyadaki sürgünün bitişiyle nihayete ermez. Son nefes, ruha bir sonsuzluğu fısıldar. İnsanın hikâyesi ölmekle ölmez. Ruh, Rahman’a kavuştuğunda son, sonlanır. İnsanın içindeki ebed arzusu hayat kazanır. Ve hayat hikâyesine ahiret ile sonsuzluk mühürü vurulur.
Sonsuzluk mühürünün mürekkebi bugün senin elinde saklıdır. Üstad Bediüzzaman Hazretleri, “Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fânî dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.”3 ifadesini kullanır. Bir insanı ahirette kurtaracak bir eseri olmalı ki, hayatı kurtuluşa ersin. Hayat hikâyemizin sonsuz bir Cennet ile taçlanması duasıyla...
Dipnotlar:
1- Kastamonu Lahikası, s. 114.
2- Age., s. 48. 3- Mesnevî-i Nuriye, Habbe, s. 144.