Asgarî ücretin tespit edilip ilân edilmesi ve sonrasında ortaya konulan tepkiler bir bakıma ‘turnusol kâğıdı’ vazifesi yapmış oldu. Tespit edilen rakam (22.104 TL) umumî anlamda yetersiz bulunsa da, bazı konuşmalar ve yorumlar “El insaf” dedirtti.
Bazıları diyor ki, “Asgarî ücret ne kadar arttırılırsa arttırılsın, bunun sonu yok. Meselâ, asgarî ücret aylık 50 bin TL olsa yine insanlar bunu harcayacak ve ‘yetmedi’ diyecekler. O halde az olsun da bu ‘az’ maaş için ‘yetmedi’ desinler!”
Veya bir başkası diyor ki, “Bu maaşı alanlar (yani, asgarî ücrete tabi olanlar) zaten işe ilk girenlerdir ya da meslek sahibi olmayanlardır. Eh, meslek sahibi olmayanlarla meslek sahibi olanlar bir olur mu? Tabiî ki onlar az maaş alsın, biz [okumuşlar, eğitimliler, meslek sahipleri] çok maaş alalım! Dolayısı ile burada bir adaletsizlik yok!”
Şöyle diyenler de var: “Bir kişinin çalışması yetmiyorsa aynı aileden 2 kişi çalışsın. İllâ bir kişinin çalıştığı geçinmeye yetecek diye bir şey yok. Dolayısı ile bu maaş fazla bile!”
Tabiî ki hadiseye başka pencerelerden de bakanlar vardır. Hatta meşhur bir doktor, “Ne yani, et yerine kuru fasulye yesinler! Et de protein, kuru fasulye de. Fakir hayat en sağlıklı hayattır. O halde maaşların arttırılmasına gerek yok!”
Hatırlanacağı üzere tarihte “Ekmek bulamıyoruz” diyen fakir fukara, “Ekmek yoksa pasta yesinler” diyen idareciler olduğunu duyar ve “Gerçekten böyle diyen olmuş mudur” diye şaşırırdık. 2024 yılında “Fakir hayat en sağlıklı hayattır” demenin bundan ne farkı var. Elbette imkânı olduğu halde israfa girmeden ve ‘fakir gibi’ yaşamak ayrıdır; namerde muhtaç olacak şekilde yaşamaya mahkum edilmek farklıdır.
Bir başka çelişki de, asgarî ücretin düşük olmasının sorumluluğunu hiç ilgili olmayanlara yüklemeye çalışmaktır. Bir yorumcu, dolaylı olarak şöyle diyordu: “Başta üç harfli marketler olmak üzere her gün ürünlerine zam yapanlar, etiketler değiştirenler bu işten sorumludur. Onlar zam yapmasa ‘bu az para’ yeterde artar. Ama kabahat marketlerde, firmalarda...”
Yahu, diyelim mi marketler ve şirketler keyfi olarak zam yapıyorlar. Bunun da dolaylı olarak sorumlusu Türkiye’yi idare eden iktidar ve idareciler değil mi? Niçin ve nasıl bu keyfi işleri yapanlara gerekli cezaları verip caydırıcı adımlar atmıyorlar? Keyfiliğin bir karşılığı yok mu?
Hepsinden önemlisi; mesleği olsun ya da olmasın her insanın ‘insanca yaşama hakkı’ yok mu? Meslek sahibi olmayan acaba bunu keyfinden mi yaptı? Yani, yaşadığı köyde ya da şehirde “Oxford Üniversitesi” vardı da bazıları okumadı mı?
Hem niçin gelecek günler dünya için terakki dünyası olsun da, Türkiye’de yaşayanlar için tedenni dünyası olsun? En azından bir ev sahibi olmak ‘zaruri ihtiyaç’ değil mi? Asgarî ücretle 30 ya da 40 yıl çalışan birisinin emekli olduğunda bir ev sahibi olmak istemesi lüks müdür?
Türkiye ve dünya gerçeklerinden uzak yorumlar yapanlara ve Türkiye’yi idare eden siyasetçilere “El insaf!” demek gerekmez mi?