‘Birleşik Krallık’ı oluşturan dört milletten üçü, “İngiltereliyim” yerine “İskoçyalıyım, İrlandalıyım, Gallerliyim” dese de, işin başlangıcı ve bitişi Londra eksenli Kraliçe Elizabeth.
Biz her ne kadar İngiltere diyorsak da asıl adı Birleşik Krallık (U. K.) olan topraklardayım. Bu krallık; Londra merkezli İngiltere, Cardiff merkezli Galler, Edinburgh merkezli İskoçya ve Belfast merkezli Kuzey İrlanda’dan oluşuyor.
Bu krallıkta Pakistanlıların ağırlıkta olduğu çok fazla sayıda Müslümanlar yaşıyor. Daha doğrusu özellikle Londra tam bir ırklar panayırı olmuş durumda. Her milletten-dinden insanlar harman olmuş. Aynı şeyi Fransa’nın Paris ve Türkiye’nin İstanbul şehrinde de görmüştüm. Ve elbette ki her üç ülkenin deneyimli ve uzun süreli imparatorluklara sahip olması böyle bir insan harmanına yol açmış görülüyor. Her Avrupa Ülkesinde olduğu gibi buralarda da devasa parklar var (hatta birçok ülkede var-sadece bizde park yok!). Birçok arazi, mülkler, parklar kraliyet ailesine ait. Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi, Sherlock Holmes vb. gibi nice eserlerin yazarları William Shakespeare gibi bu topraklarda doğup büyümüşler. Eski Londra sokaklarını dolaşırken işte söz konusu bu kitaplar ve ona uyarlanan filmleri yaşar gibi oluyorsunuz. Şatolar, atlar, kılıçlar, büyüler, şövalyeler, soğuk binalar, esrarengiz tipler… Sizi alıp ortaçağa götürüyor. Çok eski, ama bir o kadar da şaşaalı ve kullanışlı binalara sahipler.
SÖMÜRGECİLİĞİN ŞAHESERLERİ!
Burada bir parantez açmak istiyorum; birçok Avrupa Ülkesinde ilgimi çeken bu durumu biraz irdelemek istedim. Bu eski/tarihî yapıların ortak paydaları özellikle 1800-1900’lü yıllarda yapılmış olmalarıydı. O dönemin ne özelliği var diye düşünürken karşıma şöyle bir tablo çıktı; o yıllar özellikle İngiltere, İspanya, Fransa vb. gibilerin dünyayı sömürdükleri ve soydukları zamanlara denk geliyor. Orta Amerika’dan, Hindistan’dan ve Afrika’dan öyle bir altın, gümüş, para, köle, hammadde akmış ki, yağı fazla bulan kasap misali bu paralarla devasa eserler ortaya koymuşlar. Bu durum o kadar insafsızca olmuş ki, meselâ İngiltere’de uzun süre çocuklar ve kadınlar en az 15 saat boğaz tokluğuna çalıştırılmışlar. Zaten bu günlere hatıra kalan sendika, feminizm gibi kavramlar/atılımlar özellikle bu zaman dilimlerinde ortaya çıkmıştır. Çünkü yine o zamanlarda Avrupa’nın neredeyse tamamı Papazların yönetimindeki kiliselerle, asillerin yönetimindeki derebeylerin elindeydi. Geri kalanın tamamı tabiî olarak köleydi. Yetmediği yerde diğer kıt’alardan köleler getirilirdi! Eğer daha da kaşıyacak olursak bugün hayretlerimizi uyandıran birçok devasa eser (Piramitler, Maya-İnka-Aztek kalıntıları, Roma’nın yaşadığı yerlerdeki eserler) hep bu köle-efendi düzenlerinin eserleridir. Belki de biz insanlara bugün düşen; bu kalanlara hayranlıkla değil de yüz binlerce cana mal olmuş olan ibret eserleri diyebilmektir. Neyse…
LONDRA’DA GEZERKEN...
Londra’da trafik çok rahat değil ve etraf çoğu zaman çöplerle dolu. Bisiklet yolları bile düzgün değil. O yüzden hatırı sayılır bir bisikletli kazalarına şahit olunurmuş. Londra da en işlek yerde “Simit Sarayı” ve “Kahve Dünyası” şubelerimizi gördüm. Bir Samsung’umuz yok, ama Simit’imiz bari oradaydı, “Kerhen” gurur duydum. İleride başka bir şeylerimizin de dünyanın birçok yerinde yer alması dileğiyle… Tabi Londra’ya gidip 1753’de kurulan ve Dünyanın en eski müzesi olan British Museum’u görmemek olmazdı. Devasa bir binanın içerisinde on binlerce tarihî eser vardı. Ve tabi tamamının hırsızlıkla getirildiğini, yani İngilizlerin işgal ettikleri ülkelerden çaldıklarını yazmama gerek yok. Türkiye’den İznik çinilerinden, Mısır firavunlarının mumyalarına kadar, el yazması İslâm eserlerinden Meksikalıların eski elbiselerine kadar… Hatta Mısır ülkesini olduğu gibi getirmişler desem yeridir. Bir tek piramitleri getirememişler, onun için uygun kargo uçak-gemi yoktu her halde!
HER MİLLET AYRI RUH HALİNDE!
İrlandalılar, Gallerliler ve özellikle İskoçyalılar ısrarla “İskoçyalıyım, İrlandalıyım, Gallerliyim” diyor. İngiltereli denmesini kabul etmiyor. Kendilerince milliyetçilik yapıyorlar. Kabul etse de etmese de Londra’nın emrindesiniz diyemedim, İngilizcem o kadar gelişmiş değildi! Ama Allah için dört bölge de ayrı ruh hallerine sahipler ve birbirlerine hiç benzemiyorlar. İrlandalılar biraz daha insancıl, Gallerliler soğuk ve ciddî, İskoçyalılar cevval ve Londralılar kurnaz görünüyordu. Galler, İskoçya ve Kuzey İrlanda’yı da kapsayan gezimde şöyle bir sonuç çıktı karşıma; her üç bölgenin kendilerince bir Prensleri-Dükleri var. Hepsini görsel/yazılı medyada bolca görüyoruz. Oysa anlıyoruz ki bu “Dük-Prens” efendiler sadece magazinsel bir malzemeden öteye geçemiyorlar. Her halde onlara bu yolla bir paye verilerek idare ediliyorlar. Oysa işin başlangıcı ve bitişi; İngiltere/Londra eksenli Kraliçe Elizabeth’tir (öncekileri/sonrakileri…). Gerisi hamaset…