Finlandiya’nın tarım alanı yüzde 7 iken, ormanların kapladığı alan da yüzde 70 civarında. Uçsuz bucaksız ormanlar, binlerce göl ve dümdüz bir coğrafya...
Türk Hava Yolları ile Finlandiya’nın başşehri Helsinki’ye hareket ettik. Bir turizm firmasının aracılığıyla başladığımız gezi sırasıyla Finlandiya, İsveç, Norveç ve Danimarka olacaktı.
Yani İskandinav ülkelerine gidiyoruz. 3 saatten fazla süren yolculuk sonucu uçağımız alçalmaya başladı. Dışarıdaki manzara da daha net belirmeye başlamıştı. Uçsuz bucaksız ormanlar, binlerce göl ve dümdüz bir coğrafya.
Sonradan öğrendiğime göre 337 bin metrekare alanı olan bu ülkenin tarım alanı % 7 iken, ormanların kapladığı alan da % 70 imiş.
Uçaktan dışarı çıktığımızda birden üşümeye başladık. Çünkü gelirken İstanbul’da hava sıcaklığı 25 derece idi, şimdi burada ise 8-10 derece arasına düşmüş. Hemen montlara girdik tabi.
Yakın geçmişte yaklaşık 100 yıl Rusya egemenliğinde kalan Finlandiya halkı diğer İskandinav ülkelerinden farklıydı. Her şeyden önce renkleri, dilleri ve ırkları farklı. Öbür ülkeler daha çok Viking torunu iseler de, o kavram burası için geçerli değil. 5 milyon nüfusa sahip olan bu ülkede kişi başı gelir 34 bin dolar civarındaymış.
Nokia ve Linux en bildik küresel markaları.
Geziyoruz tozuyoruz, ama bir türlü gece olamıyor.
Psikolojik olarak insan karanlığa kadar hareket halinde, hava kararınca da uyku moduna geçmeye hazırdır.
Ama buralar kimyamı bozdu. Çünkü yaz aylarında en fazla iki saat güneş batıyor, üstelik o da gökyüzü kararmayıp yine aydınlık bir şekilde (Beyaz Geceler) devam ediyor. Her halde bundan ötürü bütün otellerin perdeleri oldukça kalın ve koyu renkliydi. Aynı şeyin tersi kışın olurmuş. Bir iki saat alacakaranlık tadında gün ışığı, gerisi tümden karanlığımsı bir gündüz… Ren geyiklerinin yurdu olan bu coğrafyada kar yağışı ekim sonu başlayıp Mayıs sonuna kadar devam edermiş.
Başşehir Helsinki oldukça temiz ve bakımlı bir şehirdi. Rus kralı, Rusya’daki St. Petersburg şehri gibi bir konsept oluşturmuş. O şehri kuran mimardan aynı şeyleri Helsinki’de de istediğini söylemiş. Helsinki şehrini tam değilse bile genelde St. Petersburg tadına getirmişler. Bu yüzden şehirde Rus mimarisi hâkimdi.
Bana göre Helsinki tam anlamıyla tatil beldesi gibi, dinlenip huzur içinde yaşanılası gibi, yavaş şehir-yavaş insan sloganının en iyi uyarlanabileceği bir şehir gibi, insanların birbirine saygıyla davrandığı, daha çok bisikletleriyle gezdiği, Finlilerin çocuklarına daha fazla zaman ayırdığı bir şehir gibi geldi.
Medeniyet olgularını oldukça üst düzeye çıkartmışlar. Sokakta izmarit dâhil bir çöp göremiyorum.
Sigara için özel küllük tarzında çöp kovaları zaten var.
Otobüslerde alkol metre var. Şoför belli bir saat dilimlerinde ona üflüyor. Eğer alkol varsa otobüs çalışmıyor.
Ben de uyanık (!) bir Türk olarak şoföre dedim ki; alkollü olan şoför, alkolsüz birine üfletirse nasıl engelleyecekler?
O bu soruyu anlamsız buldu. Yani adamlar henüz alternatif kısmının bırakın uygulamasına, düşünüp strateji geliştirmesine bile geçmemişler
Bu tür gezilerimde hep güzel şeyler oluyor. Çok ilginç coğrafyalar, çok farklı canlı türleri, çok farklı hava sıcaklığı, çok farklı tarihî eserler-kalıtlar ve en güzeli de çok hoş dostluklar kurulması gibi.
Ülkemiz insanıyla Türkiye dışı olsun, birlikte yolculukta olsun karşılaşınca daha bir mutlu oluyorsunuz.
Her şeyden önce ortak yanınız var; “GURBET”tesinizdir. İkiniz de bulunduğunuz yere ait olmayan başkalarısınız ve bu yargı sizi daha samimî olmaya ve dayanışma havasına sokuyor.
Sokakta gezerken Türkçe konuşan bir manav veya turist duyunca hemen gülleriniz açıveriyor.
Hiç gocunmadan Türkçe konuşan yere yönelip; “Türk müsün?” anahtar kelimesiyle sohbetler başlatılıyor.
Sırf bu dostlukları edinmek için dâhi seyahat edilmeli bence…