Sahabeler akılları bozulmuş ve kalpleri ölmüş olan cahiliye Arap toplumunu imanın hidayeti ve Kur’Ânın iman dersi ile diriltmişlerdir. İman hakikatleri için mücadele etmiş ve imanın akıllara, kalplere ve gönüllere yerleşmesi için çalışmışlardır.
SAHABE MESLEĞİ - 2
YAZAR: MEHMET ALİ KAYA
Peygamberimiz’in (asm) Kâbe’de bulunan putları kırdığı zaman Peygamberimize (asm) yardım eden ve Peygamberimizin (asm) omzuna çıkarak Kâbe kapısındaki putu düşürerek parçalayan da Hz. Ali (ra) olmuştur.
Hz. Osman (ra) Hz. Ebubekir’in (ra) samimî arkadaşı idi. Hz. Ebubekir’in (ra) irşadı ile 35 yaşında Müslüman olduktan sonra imana ve Kur’ân’a hizmeti kendisine şiar edindi. Amcasının kendisini bağlayarak hapsetmesine aldırmadı. Müşriklerin işkencelerine dayanamayarak iki defa Habeşistan’a hicret etmiş ve Kur’ân-ı Kerîm’i okuma, ezberleme ve hakikatlerini okuyarak öğretme ve neşretme görevini ömrünün sonuna kadar devam ettirmiştir. Hatta şehit edilirken bile Kur’ân okumakta idi. Kanı Kur’ân-ı Kerîm üzerine dökülmüştür.
Halid bin Said bin Âsî bin Ümeyye bir gece rüyasında büyük bir ateş uçurumunun kenarında durduğunu, babasının onu ateşe atmaya çalıştığını Resulullah’ın (asm) kendisini belinden tutarak ateşten kurtardığını gördü. Dehşetle uyandı.
Rüyasını Hz. Ebu Bekir’e (ra) anlattı. “Zannedersem bu gerçek bir rüyadır” dedi. Hz. Ebu Bekir de (ra), Peygamberimizin (asm) insanları gelecekte girecekleri Cehennem ateşinden kurtardığını anlattı. Öğrendiği Peygamberimize (asm) gelen âyetlerden ve sûrelerden okudu. Beraberce Peygamberimizin (asm) yanına gittiler. Peygamberimizi (asm) evinde bulamadılar. Hz. Hatice (ra) Peygamberimizi (asm) Ciyad Mevkii’nde bulabileceğini söyledi. Oraya gittiler. Hz. Ali (ra) ile beraber buldular. Hz. Halid rüyasını anlattı ve “Ya Muhammed, sen insanları neye dâvet ediyorsun?” dedi.
Peygamberimiz (asm): “Ben insanları “Lâ İlâhe İllallah” demeye, Allah’ın birliğine, şeriki ve naziri olmadığına, her şeye kadir olduğuna, her şeyi yarattığına inanmaya, taştan ve ağaçtan yapılan ve hiçbir şeye gücü yetmeyen putlardan yardım istenmesine ve saygı duyulmasına karşı çıkmaya dâvet ediyorum” buyurdular.
Bunları dinleyen Hâlid bin Said “Lâ İlâhe İllallah” diyerek iman etti.
“Kâinatta en yüksek hakikat imandır.” Hal böyle olunca en yüksek hakikate hizmet etmek de en önemli ve mühim hizmettir. Sahabeleri o mevkie çıkaran en önemli sır, iman gibi iki cihanın saadetini temin eden en büyük hakikati bize ulaştıracak hizmeti canları ve başları ile deruhte etmeleridir. Diğer bütün hizmetler iman hizmeti yanında ikinci ve üçüncü derecede kalır. Peygamberimizin (asm) sünneti, Peygamberimizin (asm) takip ettiği yoldur. “Ümmetin fesada gittiği bir zamanda kim sünnetime yapışırsa yüz şehidin sevabını alır” hadisi elbette haktır ve çok önemlidir. Acaba insana yüz şehit sevabı kazandıracak sünnet hangisidir?
Elbette “İman Hizmeti”dir. İman, insana iki cihan saadetini kazandırır. Ümmetin fesadı imanın zafından, fesadın izalesi de imanın yaygın olmasından kaynaklanır. Bunun için insana ve topluma yapılacak en büyük iyilik ve hizmet imanın takviyesi ve imandaki şüphelerin giderilmesi için yapılacak çalışmalardır.
Ahir zamanda ümmetin fesada gideceğini ve pek çok fitnelere maruz kalacağını haber veren Peygamberimiz (asm) bu fitnelerin sebebi olan iman zaafına dikkat çekmiş ve şöyle buyurmuştur: “İleride öyle fitneler olacaktır, o fitnelerde kişi mü’min olarak sabahlayacak, ama akşama kâfir olarak dönecektir. Ancak Allah’ın ilim ile kalbini ihya ettiği kimseler bundan korunacaklardır.”
Bu hadiste açıkça ifade edildiği gibi imansızlık fitneyi netice vermektedir. Çaresi de ilim ile kalpleri diriltmektir. Buradaki hastalık imansızlık olunca ilim de “İman İlmidir.” İman ilmi ilimlerin şahı ve padişahıdır. Sahabeler akılları bozulmuş ve kalpleri ölmüş olan cahiliye Arap toplumunu imanın hidayeti ve Kur’ân’ın iman dersi ile diriltmişlerdir. İman hakikatleri için mücadele etmiş ve imanın akıllara, kalplere ve gönüllere yerleşmesi için çalışmışlardır.
Bu hakikatler nazara alınınca sahabe mesleğinin “İman Hizmeti” mesleği olduğu kolayca anlaşılmaktadır. Bediüzzaman’ın da “Ben bütün mesaimi iman üzere teksif etmiş bulunuyorum” demesinin hikmeti daha iyi anlaşılmaktadır. Açtığı sahabe mesleğinin de iman hizmeti mesleği olduğu gerçeği de böylece tebeyyün eder.
Sahabeler, Vahyin gelmesini dört gözle bekliyorlardı:
Sahabeler Peygamberimize (asm) vahyin geldiğini öğrenince koşup geliyorlar ve “Rabbimiz bize ne inzal buyurdu” diyerek merakla ve öğrenme iştiyakı ile soruyorlardı. Peygamberimiz (asm) sûreyi okur ve kâtipleri olan Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman, Zeyd bin Harise, Ali bin Ebî Talip, (ra) gibi sahabelere yazdırırdı. İman eden ve burada bulunmayan sahabelere ulaştırmaları tavsiyesinde bulunurdu ve bunun için sahabelerini görevlendirirdi. Her birini bir yere gitmeleri ve gelen sûreyi ulaştırmaları konusunda organize ederdi. Sonra açıklamalarda bulunurdu:
Bir defasında şu mealde açıklamalarda bulundu:
“Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan yüce Allah kendini tanıtmak, varlığını, birliğini, ilim, irade ve kudretini mahlûkatına bildirmek istedi ve öncelikle kâinatı, güneşi, ayı ve yıldızları yarattı. Sonra yeryüzünü insanın ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde tesviye etti. Dağları, ovaları, ırmakları ve oralarda yaşayan bitkileri ve hayvanları yarattı. Güneşi bütün canlılar ve insanlar için bir lamba ve soba yaptı. Dünyayı bir saray gibi yarattı. Gökyüzünü dünya evine bir dam yaptı ve içini yıldızlarla süsledi. İnsanı duygu ve kabiliyetlerle donatarak bütün eşya ve varlıklardan istifade edecek şekilde yarattı. Ta ki kendisini görmediğimiz yüce Allah’ı eserleri, istifade ettiği nimetleri ve ihtiyaçları ölçüsünde tanısın, yaratıcısını, hiç yoktan ihtiyaçlarını karşılayan Rabbini tanısın ve ona iman ederek itaat etsin istedi. Gündüzünü aydınlık yarattı ve rızkını bulmasını sağladı. Geceyi istirahat ve gökyüzüne bakarak Allah’ın kudretini anlaması ve ibadet etmesi için kararttı. Ta ki insanlar gökyüzüne bakarak onu bina ve tesviye edenin kudretini, ilmini ve iradesini anlasın. Allah’ın güneşe, aya, gündüze, geceye ve insanın nefsine yemin etmesi onların kemaline, san’atına ve kıymetine dikkati çekerek bütün bunları düşünmesi içindir. Yüce Allah böylece insana kendini tanıtmak istedi ve iman ile tanımlarını emretti ve beni de rahmeti ile bu işe memur etti.
Sonra insanı akıllı ve şuurlu bir şekilde yaratarak Kendi varlığına, birliğine, kudretine, ilmine ve iradesine şahit yaptı. Varlıklara bakarak Kendisine iman etmelerini diledi. Rahmetinden istifade etmelerini, hikmetini anlamalarını murat etti. Bu şekilde kendisine iman ve itaat ederek rahmetinden istifade eden ve hikmetlerini anlayarak Allah’ı “Sübhanallah” diyerek tesbih eden, nimetlerine “Elhamdülillah” diyerek şükreden, büyüklüğünü anlayıp “Allahu Ekber” ile ilân eden ve birliğini ikrar ederek kendisini “Lâ ilâhe İllallah” kelimesi ile zikreden kulları için de ebedî kalacakları Cennet ve saadet-i ebediyede ebedî mesut edeceğini vaat etti.
İnsana iyiliği ve kötülüğü de ilham etti. Gaflete dalıp, nefislerine uyarak dalâlete gitmesinler diye peygamberleri ve son olarak da beni bu vazife ile tavzif edip, âlemlere rahmet olarak gönderdi. Benimle sizler bu gerçekleri hatırlattı ve sizleri ahiret azabından korudu ve inanmayanları da benim ile uyardı. Kim bana itaat eder, nefsini kötülükten ve günahlardan çekerse o kurtuluşa erer. Kim de bana uymaz, nefsini gaflet ve dalâlet içerisinde bırakırsa o da helâk olur gider.
Yüce Allah benden önce de nice peygamberler gönderdi. Onlar Allah’ın kendilerine vahiy gönderdiğini ispat eden ellerinde mu’cizelerle Allah’ın iradesini, emrini ve nehyini insanlara tebliğ ettiler. Bize bu sûrede Allah’ın bildirdiği gibi Semud kavmi mu’cizeleri gördükleri halde inanmadılar da Allah onları ve onlar gibi nice kavimleri helâk etti. Bizlere de örnek gösterdi.”
Büyük bir dikkat ve huşu ile Peygamberimizi (asm) dinleyen sahabeler bu ilim ve hikmet dolu sözlerden o derece etkilendiler ve mesut oldular ki yüzleri kalplerinde parlayan imanın nuru ile aydınlandı, nurlandı. Şevk, heyecan ve muhabbetle tebessüm çiçekleri açtı.
Sahabelerden birisi sordu:
“Ya Resulallah kalbe iyilik ve kötülük nasıl ilham olunur?”
Peygamberimiz (asm) cevap verdiler:
“İnsanın kalbine Allah’ın ilhamı da gelir, şeytanın vesvesesi de.. Ancak kişi vicdanına müracaat ederse Allah, onun hayır mı şer mi olduğunu ilham eder. Şer ise gönlü bulanır, hayır ise gönlü rahatlık ve huzur duyar. Bunun için müftüler fetva verse de sen kalbine müracaat et ve vicdanına danış. Seni huzursuz eden ve kalbine hoş gelmeyeni terk et, kalbine huzur vereni de yap. Çünkü o Allah’ın hakkında hayır murad ettiği şeydir. O zaman ‘nefsini temizlemiş ve kurtuluşa götürecek işi yapmış olursun’ buyurdular.”
Bir diğer sahabi sordu:
“Ya Resulallah! Benim nefsim daima şerre meyyaldir. Ne yapayım da nefsimi şerden men edeyim ve hayra yönelteyim? Bu konuda bana yol gösterir misin?” dedi.
Peygamberimiz (asm) buyurdular:
“Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki bütün nefislerin dizgini onları yaratan Allah’ın elindedir. Sizler iyi niyet ile ve kast ile hayra yönelirseniz Allah sizin için hayrı murad eder hayrı yaratır. Nefsinize de hayırlı amelleri hoş gösterir ve hayra çevirir. Kişinin bunu yapması da Allah’a yönelerek duâ ve niyazda bulunması iledir. Çünkü duâ ve tevekkül hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tövbe de şer meylini kırar. Bunun için Allah’a yönelerek şöyle duâ edin: “Allah’ım! Nefsime takvayı ilham et, onu temizle ve tezkiye et! Sen onu temizleyenlerin en hayırlısısın. Onun velisi ve Mevlâsı da Sensin ey Rabbim!”
DEVAM EDECEK