Modern zamanların tabiatı sadece ve sadece bir “hammadde” yığını olarak gören anlayışı birçok ormanı yok etti; geriye kalan ormanlık alanlar ise ciddî tehditler altında.
DİZİ-1: Neden bir orman ahlâkımız yok?
Prof. Dr. İbrahİm Özdemİr
Kimdir?
İbrahim Özdemir, Felsefe Profesörü Lisans eğitimini
Ankara Üniversitesinde, Yüksek Lisans ve Doktorasını ise ODTÜ Felsefe Bölümünde tamamladı. Doktorasını Çevre Felsefesi ve Ahlâkı konusunda yaptı.
Akademik çalışmaları sırasında dünyaca ünlü üniversitelerde “misafir öğretim üyesi” olarak bulundu. Başta ABD’deki üniversiteler olmak üzere G. Afrika, Endonezya, Avustralya,
Rusya, İsveç, İsviçre, Almanya, G. Kore gibi birçok ülkede bilimsel toplantılara katildi.
Akademik ve idarî çalışmaları yanında başta UNESCO Türkiye Millî Komisyonu Yönetim
Kurulu, YÖK Bilim Adamı Yetiştirme Kurulu, OECD, CERİ (Eğitim, Araştırma ve Yenilik Merkezi) Yönetim Kurulu ve Fulbright Yönetim Kurulu gibi kuruluşlarda yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptı.
Şu anda Abo Akademi University (Finlandiya) öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.
BM UNEP’e da danışmanlık yapan Özdemir’in çevre konusunda yayınlanmış birçok bilimsel çalışması bulunmaktadır.
***
Bu yazının aslını Kahraman Maraş Sütçü İmam Üniversitesi’nin 26-28 Ekim 2011 tarihlerinde Düzenlediği I. Ulusal Akdeniz Orman ve Çevre Sempozyumu’na tebliğ olarak sunmuştum. İlgi ile karşılanmıştı. Ormanları korumak için bir ahlâk anlayışımızın eksikliğinden bahsetmiş; aslında bu anlayışın İslâm ilim geleneğinden çıkarılabileceğini ileri sürmüştüm. Bu konudaki çalışmalarım devam ediyor.
Kaz Dağları Ormanları’nın yabancı ve yerli madenciler tarafından devletin izni ile tahrip ve talan edilmesi üzerine tebliğimi özetlemek isterim.
İnsanoğlu bir tür olarak henüz yok iken, içerisine doğduğu ve varlığını sürdürmeyi ona borçlu olduğu çevresi ve ormanlar vardı. İnsanoğlu var olduktan sonra, bu ilişki çevre ve ormanlar aleyhine bozulmaya başladı.
Bu bozulmanın aynı zamanda insanın da aleyhine olduğu ancak 20. Yüzyılın ikinci yarısında anlaşılmaya başlandı.
Modern zamanların tabiatı sadece ve sadece bir “hammadde” yığını olarak gören anlayışı birçok ormanı yok etti; geriye kalan ormanlık alanlar ise ciddî tehditler altında.
Dünyanın en büyük ormanlarının yer aldığı güney yarımküredeki ormanlar adeta barbarların istilâsı altında.
Doymak bilmez çok uluslu aç şirketlerin tehdidi altında yok ediliyor. Bu şirketlerin Kuzey Yarımküre’nin gelişmiş ülkelerinin ormanlarına aynı şekilde saldırmaması, saldıramaması ilginç ve anlamlıdır.
Bununla birlikte, başta ormanlarımız olmak üzere çevremizin tahrip edilmesinde hepimizin az-çok hissesi olduğunu düşünüyorum.
Ormanlarımızın tahrip edilmesinde “en büyük düşmanımız olan cehalet ve fakirliğin” de büyük etkisi olduğunu unutmayalım.
Meselâ, rahmetli babamın çocukluğunda hayret ve biraz da korku ile gezdiği; bizlere büyük bir keyifle anlattığı ormanlardan geriye boz tepelerden başka bir şey kalmadı.
Bunun sebeplerini araştırdığımda, bu ormanların başta ısınma olmak üzere çeşitli sebeplerle yok edildiğini gördüm.
Sadece ormanlar yok olmadı, ormanın sakinleri de gitti.
Çevremizde meydana gelen olumsuzlukları görmeye ve anlamaya başlayan duyarlı insanlar, yani çevreciler bizleri uyardı ve uyarmaya da devam ediyor. Burada “çevreci” olmaktan ne anladığımı da ifade etmek isterim:
Çevreci olmak, “Bilecik’te yaşayan Kelaynak kuşlarının ve Dalaman’da yaşayan Caretta Caretta’ların neslinin tükenmesi başta olmak üzere, nesli tükenen bitki ve hayvanları kendine dert edinecek duyarlılıkta olmak demektir. Zira canlıların olmadığı bir dünyanın tadı tuzu da olmayacaktır.
İlk çevreci bir kadın
Bu bağlamda 1964’te dünyanın ilk çevre duyarlı kitabını yazan Dr. Rachel Carson’ı hatırlatmak isterim. Carson Amerikalı bir bilim kadınıdır ve asıl mesleği ise deniz biyoloğu.
“Silent Spring” adlı kitabı ile meşhur oldu.
Bu kitabı isterseniz “Sessiz Bahar”, isterseniz “Sessiz Kaynak” diye tercüme ediniz. Zira “Spring” hem bahar anlamına, hem kaynak anlamına gelebiliyor.
Ama kitabın verdiği mesaj aynıdır:
“1960’lı yıllarda kullanıldığı oranda kimyasal tarım ilâçları kullanılmaya devam edilirse, bir gün gelecek bir bahar günü kırlara çıktığınızda derelerde balık, tarla ve kırlarda ise karınca, kertenkele, tarla faresi, kartal ve yılan göremeyecek; Ağustos böceklerini, arıların uğultusunu, öten bülbülleri ve kısaca kuş seslerini duyamayacaksınız. Sessiz bir baharla karşı karşıya kalacaksınız”.
Eğer sessiz pınar şeklinde düşünürseniz; Amerikan edebiyatında büyük bir yeri olan o nehir, ırmak ve derelerde her çeşidi ile balıklar olmayacak; tatsız ve donuk bir su akacaktır.
Bu bilim kadınının başlattığı bu mücadele sonucu DDT başta olmak üzere birçok kimyasal ilâç yasaklandı.
Bundan çıkaracağımız sonuç: Bilgi temelli doğrularımızı savunduğumuzda değişim yapabildiğimizdir. Bundan dolayı, Dr. Rachel Carson’ın çevre duyarlılığı ve bir bilim kadını olarak sorumluluğu bizler için güzel bir örnektir.
Kimya sanayiinin büyük şirketleri bu mütevazı bilim kadınına savaş açtı. Ancak Amerikalılar çocukları ve torunlarının sağlıklı bir gelecekte yaşaması için mücadele eden bu kadına sahip çıktılar. Kitap baskı üzerine baskı yaptı. Bütün dünya dillerine tercüme edildi.
Orman ahlâkı
Amerikalı ormancı Aldo Leopold’dır (1887–1948) ilk kez orman ahlâkını ortaya atan biri.
Ünlü kitabı 1949 yılında yayımlandığında, New York Times Book Review bu çevreci ormancıyı “filozof ve kalbiyle yazan bir şair” olarak tanımlamıştı.
Dahası, Leopold’un A Sand County Almanac (Bir Kum Yöresi Almanağı) kitabı bizlere “toprak ahlâkı” kavramını kazandırdı. Bu küçük kitap, özellikle Batı’da toprak ve ormanlarla ilgili modern anlayışı değiştirdi; çevrecilerin ve ormancıların el kitabı oldu.
Leopold, insan-toprak, insan-orman ilişkisini sorguladı; faydacı temelli modern anlayışı ret etti. Ona göre, “toprağın onu oluşturan bütün ögeleriyle-insanları, kara ve su parçaları, bitki ve hayvanlarıyla- tek bir topluluk olarak düşünülmesi” gerekir.
Materyalist bir kâinat anlayışından, canlı ve bütüncül bir anlayışa geçmemiz gerektiğini savundu. İçerisinde yaşadığımız âlem canlı bir organizmaydı; her hareketimizden etkileniyordu.
Leopold’a göre, insan topluluklarının bir-birlerine gösterdikleri ilginin toprağa da gösterilmesi gerekir. Ona göre, “toprağa sevgi ve saygı ancak toprağı ait olduğumuz bir topluluk olarak görmeye başladığımızda gerçekleşecektir”.
Leopold’un yaptığı şey, toprağın ve ormanların sadece bizlere ait olmadığını; başta ormanın içerisindeki bütün canlı ve hayvan türleri olmak üzere hepsine ait olduğu idi.
Bunun anlamı, ormanları sadece hammadde olarak gören ve buna göre değerlendiren modern bakış açısını ret edişti.
Kâinat bir bütün olarak canlıydı ve her şey her şeyle bağlı ve bağlantılıydı. Çevreyi bütüncül bir gözle görmemiz gerekiyordu. Dahası çevreye karşı ahlâkî bir sorumluluğumuz olduğunu ısrarla vurguladı.
Sevgi temelli bir ormancılık
Ben çalışmalarımda “sevgi temelli” bir insan-çevre ilişkisini ısrarla savunuyorum. Bununla da tıpkı başta anne-babamız, ailemiz ve çocuklarımızı sevgi temelli bir ilişkiler ağıyla kucakladığımız gibi, çevreye karşı da yine sevgi temelli bir tavır geliştirmeyi anlıyorum.
Başka bir ifade ile insan sadece çıkar ve menfaatleri; ya da kanun ve mevzuatla anne babasını korumaz ve sevmez. İnsan sadece hukukî mevzuatlarla çocuklarını sevmez. Bundan dolayı da, sadece kanunla mevzuatla çevrecilik olmaz.
Mevzuat gerekli; ancak bu mevzuatı uygulayacakların da çevre konusunda duyarlı olması gerekir.
Ünlü filozof Platon’ın dediği gibi “kanunların bir ruhu olmalıdır”.
Bundan dolayı çevrecilik her şeyden önce bir gönül işidir. Hayat boyu kalbimizde, gönlümüzde ve yüreğimizde taşıyacağımız bir bilinçlilik halidir.
Bu bağlamda Mevlânâ’nın çevreyi tanımlamasını hiç unutmamamız lâzım.
Mevlânâ diyor ki: “Tabiat bizim annemizdir. Bizi bizzat sütüyle emziriyor”.
Mevlânâ âlemde Allah’ın bize lütfettiği bütün nimetleri “süt” metaformu ile ifade ediyor ve bizim de tabiata bu gözle bakmamızı; davranışlarımızı da yine bu anlayışla oluşturmamızı istiyor. Ama bir anne çocuğunu ne kadar severse sevsin, çocuk onun memesini ısırdığı zaman anne onu hemen uzaklaştırır; kendini korur ve belki ona ufak bir fiske bile vurur.
-DEVAM EDECEK-