“Kurtuluşumuz için kanun hakimiyeti sağlanmalı. Fertler kanun karşısında eşit olmalı. Ayrıca hangi makamda bulunursa bulunsun memurların, vatandaşa hizmet için o görevde olmaları gerekir. Memurluk ağalık olmamalı, hizmetkârlık olmalı. Meşru olan hakimiyet halka ait olmalı.”
DİZİ - 2: Rauf HAKAN
HASTA ADAM (Namık Kemal’in Hürriyet Gazetesinde yayımlanan makalesi üzerine bir inceleme.)
Osmanlı Devleti vaktiyle her ne kadar ‘’hükumet-i müstakile’’ (tek kişi tarafından idare edilen) bir devlet olarak görünse de ‘’hakikatı halde bayağı hürriyetin derece-i ifratına varmış bir hükümet-i meşruta idi’’ diyen yazar, bunu şöyle açıklıyor: ‘’Ulema hükmeder, padişah ve vüzera icra eyler, ahali silah be-dest olarak bu icraya nazır bulunurdu.’’ Devlet idaresinde kanun koyucu ve denetleyici unsurların var olması, uygulayıcıların ülkeyi istedikleri gibi idare etmelerinin engelidir. Kanun koyucu ve denetleyicilerin baskı altında görev yapmamalarının tek yolu, onların hür iradeleriyle karar vermelerini etkileyecek unsurların bulunmamasıdır. Yazar, Osmanlı Devletinde kuvvetler ayrılığının varlığını belirttikten sonra, meşruti bir idarenin gereklerinden olan, hür bir ortamın var olduğunu öncelikle belirtir. Bu işleyişe bir örnek veriyor:
‘’Molla Gürani(6) merhum teftiş-i evkaf memuriyetiyle Bursa’da bulunduğu zaman Fatih Sultan Mehmet oraya bir ferman gönderir, makam-ı hükümette okunur, Hoca Efendi hemen fermanı mübaşirin elinden alır.
‘Bunun hükmü hilaf-ı şeriattır; padişah şer’a muhalif ferman gönderemez, biz memuruz’ diyerek fermanı paralar…’’
PADİŞAHIN FERMANINI YIRTTI
Molla Gürani’nin Padişahtan gelen bir fermanı Şeriata aykırı gördüğü için yırtması, fermanın gereğini yapmaması ve ‘biz memuruz’ yani görevimizi hakkıyla yaparız demesi, o dönemde devlet görevlilerinin hür iradeleriyle hareket ettiğini gösterir. Bu hareketiyle Molla Gürani, Padişah dahi bizi yanlış uygulamaya mecbur edemez diyor. Kendi zamanına göre meşruti idarenin bir benzerinin hürriyete bağlı olarak bulunması Namık Kemal’e göre bir aşiretten büyük bir devlete geçişin temel nedenidir.
‘’İşte vaktiyle bir küçük aşiretten bir hilafet-i Kübra teşkil eden ve sademat-ı celadetiyle dünyayı titreten Devlet-i Aliyenin zaman-ı ikbali bu zamanlar imiş.’’
Osmanlı devletinin bir aşiret devletinden dünyayı titretecek diğer bir deyimle dünyayı dize getirecek bir büyük devlet olmasının temelinde bu özellikler var. Tek şahıs idaresi gibi görünen devlette başta hürriyet var, kuvvetler ayrılığı var. Namık Kemal bu özelliklerin devam etmediğini belirtmek için:
‘’Ya şimdi ne zamandayız? Öyle bir zamandayız ki Bab-ı Ali kanun yapıyor, Bab-ı Ali hükmediyor, icraata yine Bab-ı Ali nazır oluyor, padişah desen Bab-ı Ali anlaşılıyor. Kanun desen kezalik, meclis-i mahkeme desen kezalik; ahali desen hiçbir şey anlaşılmıyor…’’
Hükümet hem kanun koyucu, hem uygulayıcı, hem kendisi kendisini denetliyor, ayrıca adalet sistemi de hükümete bağlı. Halk hükümet için hiçbir şey ifade etmiyor. Bütün ipler ‘Bab-ı Ali’ dediği hükümetin elinde. Hatta öyle ki, padişahın yetkileri dahi hükümetin elinde. Bütün bunlardan kurtuluşun tek çaresi:
‘’Halkın eski hürriyeti şer’in evvelki hükümeti, her ne vakit iade olunursa devlet o vakit illetten kurtulur. Biz öyle bir zamandayız ki necatımız için, mahkeme denildikçe, kanun ve (her ne unvan ile olursa olsun) memur denildikçe, hizmetkar ve fakat ahali denildikçe ’Hakimiyet-i meşrua’ manaları anlaşılmalıdır.’’
Her şey tek elde toplanmamalı
Devletin içinde bulunduğu bu durumdan kurtulmasının reçetesi, halkın eskiden sahip olduğu hürriyetinin halka verilmesi ve eski idare şekline dönülmesidir. Her şeyin tek elde toplanmadığı; kanun koyucu, uygulayıcı ve denetleyicilerin birbirini kontrol ettiği bir idare sistemiyle birlikte; işleyişin sağlıklı olması için fertlerin hür düşünceleriyle hareket etmeleri gerekir. Namık Kemal, kendi zamanındaki yanlış işleyişlerin önüne geçmek için şunları da dile getiriyor:
Kurtuluşumuz için kanun hakimiyeti sağlanmalı. Fertler kanun karşısında eşit olmalı. Kişilerin değil, kanunların dediği olmalı. Ayrıca hangi makamda bulunursa bulunsun memurların, vatandaşa hizmet için o görevde olmaları gerekir. Memurluk ağalık olmamalı, hizmetkarlık olmalı. Meşru olan hakimiyet halka ait olmalı. ‘Ahali’ sözü, dinin ve kamu vicdanının doğru bulduğu hakimiyeti çağrıştırmalı. Yani doğru olan: haklı ve kanuna(şeriata) uygun olan, halkın seçeceklerinin ülkeyi idare etmesidir.
‘Hürriyet şairi’ lakabını haklı olarak kazanmış olan N. Kemal, makalesinin bir bölümünde, hürriyet konusunda toplumda farklı görüşlerin olduğunu, bu görüşlerin gayesini şöyle açıklıyor:
‘’Bazıları ‘Halkın hürriyeti iptida kemal-i marifetine muhtaçtır.’ ve bazıları da ‘Hürriyeti zamanın iktizasına göre derece derece verilmelidir’ derler.’’
Hürriyete karşı olanlar
Hürriyete karşı olanları iki grupta değerlendiren N. Kemal, bazılarının; halk belli bir kültür seviyesine geldikten sonra halka hürriyet vermeli düşüncesinde. Fertlere hürriyetleri, hürriyetin kazanım ve şartlarını öğrendikten sonra tanınmalı. Buna karşı N. Kemal:
‘’Birinci söz ‘Şu hastanın kurtarılması tababet öğrenmesine muhtaçtır.’ ‘’ örneğiyle karşı çıkıyor. Hürriyeti, insanların belli bir kültür seviyesine gelmelerini beklemeden, vermeli diyor yazar.
İkinci grubun hastalığın devamından faydalanan kişiler olduğunu belirtiyor. Onun için hastanın iyileşmesi yerine hastalığının devamı için tedbir aldıklarını şöyle belirtiyor:
‘’İkinci iddia ise, ‘Nemize lazım, şimdi biz hastalığın devamı sayesinde rahat ediyoruz ya! Bakalım hasta şikayetine başlasın, kolum ağrıyor derse, merhem süreriz; başım ağrıyor derse ruh koklatırız; öyle öyle hastalık gider, biz de taayyüşümüzden kalmayız’ demektir’’
Devletin kötüye gidişinden yararlananların çözüm olarak sundukları: Geçici tedbirlerle devletteki aksaklıkları gidermeye çalışmak, köklü iyileştirici tedbirlere baş vurmamaktır. Çünkü geçimlerini devlet işlerinin aksayarak gitmesinde görüyorlar.
İdareci kadroya böyle seslendi
‘’Hürriyet’’ gazetesinde yayımlanan makalesinin son bölümünde N. Kemal, ‘’Ey ettıba-yı devlet’’(7) diyerek; Devleti güya tedaviye çalışan doktorlara, yani idareci kadroya seslenerek ‘’Şu vatan ki umumun müşterek validesidir. Elinizde zar zar inliyor.’’ diyerek suçluyor. Ülkede yaşayan unsurların fikir ve yardımını almadan hiçbir düzelmenin olmayacağını belirttikten sonra: ‘’Anasırın muavenetine müracaat etmeden hiçbir hastanın sıhhati kabil olmayacağını da bilirsiniz. Nice bir bu da’i-yi menfaat, nice bir bu arzu-yu istiklal.’’ bu nasıl bir yarar elde etme çabası, bu nasıl bir bağımsızlık anlayışıdır diyerek hayretini dile getiriyor.
‘’Tababet makamına gelmişken siz aynı illet oldunuz. Hastalığında ayak terinden müstefit olmağa göz dikmek ve öldükten sonra eşyasını çalıp satmak için validesinin itlafına çalışmak hangi insana yakışır! Lanet o ahlak-ı habiseye ki üç günlük sefa için altı yüz yıllık devletin harabına sebep olarak, nâmını mahkeme-i vicdanında mazhar-ı nefrin ede.’’
N. Kemale göre, Devleti iyileştirmeye çalışanların kendileri devlet için büyük bir problem. Anne diye vasıflandırdığı devletin çöküşünden menfaat beklemek insan olana yakışmaz. Böyle davranacak olanlar, ancak kötü ahlak sahipleridir. Üç günlük dünya mefaati için altı yüz yıllık devletin çöküşüne sebep olanlar, vicdanlarda nefretle anılmaya mahkum olur.
SON
Dipnotlar:
6. Başta Rusya olmak üzere diğer dış ülkeler.
7. Molla Gürani; din alimi, kadı, kazasker, Osmanlı Devleti’nin dördüncü şeyhülislamı.
8. Sadrazam Fuat Paşa tıp doktorudur.