Düşünce, fikir, fikirse, derin üşünce, fikir, fikirse, derin düşünmek demek.
GÖRÜŞ-Adem Özkan
Üsküdar Üniversitesi-İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi
Derin düşünce ise tefekkür demek. Tefekkür, “Bir mesele hakkında zihnî faaliyet gösterme, fikir üretme ve zihni yormak” demek. Onun için, “Bir saat tefekkür, bir yıl nafile ibadetten üstündür” hadisi, düşünmenin önemine ve derin anlam vurgusuna dikkat çeker.
İlk insan Hz. Âdem’le başlayan düşünce, son insana kadar da devam edecektir. Onun için evrenseldir düşünce.
Sokrat, Platon ve Aristo gibi ilkçağ filozoflarına göre tefekkür, “karşılaştırmalar yapma, ayırma, birleştirme, bağlantıları ve biçimleri kavrama kabiliyeti” olarak tespit edilir. Aristo, “Düşünme, insanı hayvandan ayıran en önemli farktır” der. “Düşünüyorum, öyleyse varım” diyen Dekart ise, bu felsefî önermeyle; varlık, bilinç ve bilgi teorisi üzerine derin düşünceleri tetikleyerek düşünmeyi, insan olmanın temeli ve gereği kabul eder.
Kur’ân-ı Kerîm’de 750 civarında (yaklaşık Kur’ân’ın 1/8’i) âyet, kâinatı düşünmeye çağırır insanı. Yaratıcı, bilir insanın unutkanlığını da onun için sık sık “Hiç düşünmez misiniz?” diye hatırlatır. Bu hatırlatmalardan sadece bir tanesinde:
“Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken [her vakit] Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler [ve şöyle derler:] Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!”1
Günümüzde “çağdaşlık” maskesi altında birçok şey, maalesef insanı düşündürmemek veya düşündürtmemek üzerine üretilmiş âdeta. Bilim, rahat ve kolay yaşamak için çok önemli teknolojik çalışmalar yapmakta. Bunlara söyleyecek sözümüz yok elbette. Fakat diğer taraftan; akıl, idrak, izan ve insanlıktan yoksun, sadece tahrip üzerine kurulu sözüm ona çağdaşça oyunlar sahnelenmekte! Şeytana pabucunu ters giydirecek, zehirli yılan safında yer tutan bu kirli oyun sahiplerinin amacı elbette ki belli, “halife-i arz” olan insanı; “akletmek, görmek ve duymak nimetlerinden uzaklaştırıp hayvandan bile daha aşağı”2 çukurlara düşürerek, fıtratı bozmak. Yani minare başından kuyu dibine tenzili rütbe ettirmek.
Bugün çağdaşça sunulan zehirli bal ile her daim zehirlenerek düşünme melekeleri yok edilmiş milyonlarca zavallı insan var. Ne acı ki bunlar; sadece seyreden, şuur altına dayatılanları düşüncesizce yapan “robotik” varlıklardan farksız hâle gelmişler. Hâlbuki insanlık tarihi dün de bugün de, düşünenler ve düşündüklerini yaşayabilenler sayesinde elde etmiş birçok kolaylığı ve nimeti. Birileri, düşünceleri ile aydınlatmak uğruna yanmışlar ve bunu hayattan daha değerli bilmişler. “Hayatı bir fikir uğruna hakir gören” Sokrat da işte bunlardan biri olarak tarihsel hafızada hâlâ yaşamaya devam ediyor.
Düşünmenin ve düşündürtmenin bu kadar zor olduğu bir ortamda; “Büyük zekâlar, birlikte düşünür” diyen Malcolm X’in istişare odaklı sözlerini hayata geçirmek ne güzel olur. Üç elifi, yüz on bir yapacak sır da bu değil midir?
2018 yılında 94 yaşında ebedî âleme uğurladığımız ve kendileriyle TRT için 10 bölümlük “İslam Bilim Tarihi” Belgeseli hazırlama bahtiyarlığı yaşadığım merhum Prof. Dr. Fuat Sezgin, düşünür ve kendisine bir hedef koyar. Bu düşünce, kâğıt üzerinde kalmaz. Hedefine ulaşmak için; tam 27 dil öğrenir, 60 ülkenin kütüphanelerinde 400 bin el yazması eseri ve binlerce etüdü elden geçirir. Sonunda; kendi alanında insanlık tarihinin başlangıcından bugüne kadar sahasında yazılmış en kapsamlı bilim tarihi eseri olan “Arap-İslâm Bilimleri Tarihi” (Geschichte des Arabischen Schrifttums) adlı 17 ciltlik muhteşem eserini yazar. Bu önemli eseri yazmaya başlayacağını ilk önce çok saygı ve hayranlık duyduğu Hocası Alman oryantalist Prof. Dr. Hellmut Ritter’e (1892-1971) söyler. Onun cevabı: “Bunu dünyada hiç kimse yapamaz. Siz de yazamazsınız. Bırak bu işi; boşuna kendini yorma.” olur. Fuat Hoca: “İlk defa hocama inanmadım; çünkü kararımı vermiştim. Karar verdim ve yaptım.” der. 1967 yılında kitabının birinci cildi yayınlanınca bunu hemen Hocası Ritter’e gönderir. Öncesinde böyle bir eserin asla yazılamayacağını söyleyen Hocası, eseri inceledikten sonra bu sefer, “Şimdiye kadar böyle bir çalışmayı hiç kimse yapamadı. Bundan sonra da senden başka hiç kimse yapamayacak. Tebrik ederim seni!” diyerek hakkı teslim etmek durumunda kalır. Düşünceyi meyveye dönüştürmek işte bu!
Cemil Meriç, “Cinayete ses çıkarmayan, caninin ortağıdır” der. Düşündürtmeme cinayetini işleyenlerin ortağı olmamak için “düşünce ibadetine” dört elle sarılıp sahip çıkmak, hak olanı tutup kaldırmak insanlığımıza yakışan ne güzel bir vasıftır.
Pakistan’ın büyük şairi merhum Muhammed İkbal, İslâm’dan önceki Arap Toplumunu, onları düşündürten Hz. Muhammed sonrasında, “Yol kesenler, Kur’ân okuyup düşünmeyi öğrenince, yol gösterici oldular” diyerek över. Çünkü doğru düşünceler, yanlışın karanlığını aydınlığa çevirir.
Geleceğin mutlu ve huzurlu dünyasını inşa etmek için de, ebedî saadetimizi kazanmak için de bugünden bir şeyler yapmak lâzım. Yoksa “Rüzgâr eken, fırtına biçmeye” hazır olsun. Doğunun önemli bilgesi Sâdî “Yarının ekmeği için bugünden maya tutulur.” diyerek hatırlatır bu gerçeği. Biz, vazifemizi bugünden hatta hemen şimdi yapmalıyız. Çünkü dün, gitti ve bir daha asla gelmeyecek. Yarını getirmek ise elimizde değil. Bütün sermayemiz ise yaşadığımız şu an sadece.
“Tohum ek, vermezse toprak utansın” diyen Necip Fazıl, sonuç odaklı olmadan ve dahi tembelliğe düşmeden sadece vazifemizi yapmaya çağırır bizi. Hiç şüphesiz ki, düşüncenin de doğruya çıkması önemlidir. Yoksa Hz. Ali, “Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz.” der. Düşünce; yerli yerinde ve dosdoğru olmalı. Biz ise “Hileyi, hilesizlikte bilerek” ne aldanan ne de aldatılan olmamalıyız.
“Dün, dünde kaldı, bugün yeni şeyler söylemek zamanı.” diyen Mevlâna’nın düşüncedeki yenilikçi yaklaşımını, günümüz için realize ederek: “Ata et, aslana ot atılmaz.” “Eski hâl muhal, ya yeni hâl, ya izmihlal” gerçekçiliği ile çağının ruhunu keşfeden, baştan sona insan ve iman merkezli, şefkat ve tefekkür yüklü fikirleriyle çağının idrakine seslenen Said Nursî’ye kulak verilmeli. Aksi hâlde, insanımız ve insanlık için hüsrandan başka bir sonuç olmayacaktır.
Düşünceler beyinlerde, kitaplarda, arşivlerde heba edilmemeli. Faydasına inanıldığı anda söylenmeli. Düşünmekten ve düşünüleni söyleyip gereğini fiilen yapmaktan korkmamalı. Yeter ki, samimî ve doğru olsun. Arif Nihat Asya’nın “Boyasına güvenen halılar, güneşten korkmaz.” dediği gibi. Doğru ise, güzelse hemen şimdi söylenmeli ve fiilen derhal harekete geçilmeli. Kimse kıyamet sabahını beklememeli. Zaten o gün söylenecek hiçbir sözün anlamı ve kıymeti olmayacak.
“Tuğlaları üst üste koymak tekrar değil, inşadır.” diyen Zübeyir Gündüzalp yine, “Et-tekraru ahsen, velev-kâne yüz seksen” “Tekrar, çok güzeldir. Yüz seksen kere olsa bile.” diyerek, doğru düşüncenin bıkmadan, usanılmadan tekrar tekrar söylenmesi gerektiğini ifade eder. Bununla, fıtratımızın hatırlatılmaya ne kadar da çok ihtiyacı olduğunun altını çizer. Bugünkü reklam-iletişim mantığının da işte bu gerçek olduğu, şüpheden varestedir.
Düşünceye âdeta savaş açılan bir çağda; çağına ve çağdaşlarına yeni ve kuşatıcı bir fikirle seslenen Zamanın Sesi, daha “Birinci Söz”ünde:
“SUAL: Tablacı hükmünde olan insanlara bir fiyat veriyoruz. Acaba asıl mal sahibi olan Allah ne fiyat istiyor?
ELCEVAP: Evet, o Mün’im-i Hakikî [nimetlerin gerçek sahibi], bizden o kıymettar nimetlere, mallara bedel istediği fiyat ise üç şeydir:
Biri zikir,
Biri şükür,
Biri fikirdir.
Başta “Bismillâh” zikirdir.
Âhirde “Elhamdülillâh” şükürdür.
Ortada, bu kıymettar harika-i san’at olan nimetler Ehad, Samed’in mu’cize-i kudreti ve hediye-i rahmeti olduğunu düşünmek ve derk etmek fikirdir.” Yani, “Nimette in’amı hissetmek ve Rabbini onun ile tanımaktır.” tespitiyle, fikir ve düşünce olmazsa, insanın bu dünyadaki en önemli gayesi ve vazifesi olan Rabbini tanıyıp O’na teşekkür edemeyeceği gerçeğine dikkatleri çeker.
Kaybettiğimiz zamanları telafi ettirip bizi kendimize getirecek, düşünce iklimimizi besleyip eyleme dönüştürecek böylesi ufuk açıcı fikir ve düşüncelere bugün her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
Gelecekte “Düşünenlerin iklimi ve ışığı” olabilmek, yeni nesillerle doğru zamanda, doğru iletişim kurmamıza bağlı. Bunun için de:
Medya dünyasının (geleneksel ve yeni medya) farklı ve önemli mecralarında mutlaka ve muhakkak acil bir şekilde yer almalı,
Ahlâken yozlaşmış, yaşamadığını söyleyen, ötekileştiren Müslüman imajından derhal fabrika ayarlarına dönülmeli, Bütün varlığa şefkatle kucak açıp, meşru hayat tarzının insanın bütün keyiflerine kâfi geleceğini ortaya koyarak insanlık için yeniden ümit hâline gelinmeli,
Kâinat, Gelecek, Din ve İnsan tasavvuru yeniden bilimsel ve güncel bir üslupla ele alınarak, her yere, her dile ve her kesime ulaşılıp anlatılmalı,
Farklı coğrafyalardaki, farklı İslâm renklerini güneşin elvan-ı seb’ası (yedi rengi) gibi “Tevhid” eksenli okuyarak, ittihad-ı İslâm çabalarına yol açıp, güç verilmeli,
Bilimde “yaratılış” gerçeğini ispat ederek, bilim-din çatışmasını ortadan kaldırıp Allah’a inanan herkesle evrensel ölçekte yakınlık kurulmalı.
Düşüncelerimiz bu şekilde eyleme dönüşürse, bütün insanlığı düştüğü yerden yeniden ayağa kaldırma imkânı bulabiliriz. Kavlî ve fiilî dua elbette ki bir arada olmalı. Neticede: “Vazifeni yap, vazife-i İlâhiyeye karışma!” prensibi daima pusulamız olmalı.
Dipnotlar:
1- Âl-i İmran Suresi: 190-191.
2- A’raf Suresi: 179.
(Zafer dergisi, Eylül 2024 sayısından alınmıştır.)