İnsanı insan yapan değerlerin başında akıl geliyor.
Çünkü akıl, insanı diğer canlılardan ayıran ve ona sorumluluk yükleyen; iyiyi kötüden ayırt etme, seçme, inceleme, düşünme ve anlama kabiliyetinin bulunuşu ve bunu uygulayabilecek iktidara sahip oluşudur. Cenab-ı Hakk’ın, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayırabilme kabiliyetinde ihsan ettiği akıl, ahlâkî, siyasî ve estetik değerleri belirlemede önemli fonksiyonu haizdir.
Kur’ân-ı Kerîm’e göre insanı insan yapan, onun her türlü faaliyetlerine mana kazandıran ve İlâhî emirler karşısında insanın yükümlülük ve sorumluluk altına girmesini sağlayan akıldır.
Eşyadaki nizamı anlama gücüne sahip akla, aynı zamanda İlâhî hakikatleri sezme, anlama ve onların üzerinde düşünüp yorum yapma görev ve kabiliyeti de verilmiştir. Nitekim, Kur’ân-ı Kerîm’in “Allah ayetlerini akledesiniz diye açıklamaktadır”1 ifadesi, aklın mahiyetine işaret etmektedir.
Aklı tarif özelliği taşıyan bir hadis-i şerifte: “Allah buyurdu ki, akıldan daha güzel bir şey yaratmadım. Ona, gel dedim, geldi; git dedim, gitti. Dedim ki: Bana senin vasıtanla ibadet edilir; senin vasıtanla mükâfat verir, senin yüzünden cezalandırırım”2 denilmektedir.
Akıl, Allah’ın halk ettikleri içinde, sadece insana ihsan ettiği büyük bir nimettir. O yüzden insan, dağların ve taşların, yerin ve göğün omzuna almaktan korktuğu emaneti, mükellefiyeti üstlenmiştir. Aklı olmayanın mükellefiyeti de düşer, sorumlu tutulmaz.
Hz. Peygamberimiz (asm), Cabir’in (ra) rivayet ettiği bir başka hadisinde ise: “Kişiyi ayakta tutan akıldır. Aklı olmayanın dini de olmaz”3 buyurmaktadır.
Bu bir hükümdür.
İnsanın önünde hayır ve şer olmak üzere iki tercih kapısı vardır. İnsan, bunlardan birini tercih eder. Hayrı tercih eden kazanır, şerri seçen kaybeder. Aklını akıllıca kullanan üst mevkilere yükselir, melekten üstün olur. Aksine davrananlar, nefsine aldananlar hüsrana maruz kalır, ya ebedî saadete mazhar ya da sonsuz ıstıraba bilerek maruz kalır.
Akıl kadar büyük nimet var mıdır?
Aklı olmayınca, insan, ne güzeli resmeder ne kokular mest eder. Acıkınca doymak bilmez, susayınca kanmak bilmez, yaşadığı dünyayı hiçbir zaman fark etmez, fark edemez; göremez, düşünemez.
Böyle bir hâlet içinde sultan olsan ne yazar!
Allah’ı, peygamberi ve şeriatı tasdik eden; insanî fonksiyonlarını yerli yerinde kullanabilen, mükellefiyet yaşına gelen kimselere “âkil”, yani mükellef, yani sorumluluk üstlenebilecek vasfa sahip kimse denir. Bu kimseler, dinin emirlerini eksiksiz olarak yerine getirmek zorundadırlar.
Hukuk bakımından da böyle. İyiyi kötüden, kârı zarardan ayırt edebilen kimse “âkil”dir, sorumluluğa muhataptır; mes’uldür. Bunun istisnasını ise Hz. Peygamberimiz (asm) şu hadis-i şerifleriyle belirtmişlerdir: “Üç kimseden kalem kaldırıldı [dinî sorumluluklardan muaf tutuldu]: Bülûğa erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan ve şifa buluncaya kadar akıl hastasından”.4
Kudret sahibi Allah’ım, bizi, mahlûkatın en üst mertebesinde “insan” etmiş, yaratmış. İnsan gibi hayat sürmek ancak akılla mümkün. Olmayınca, olmuyor; hayat değer bulmuyor.
Bu büyük nimetlere, küllî şükür gerekir:
Namaz, niyaz, tesbih, tehlil, hamd, senâ…
Dipnotlar:
1- Bakara Sûresi: 242.
2- TDV İslâm Ansiklopedisi, 2: 243 (Aclûnî, 2:121.)
3- Camiü’s-Sağîr.3: 1302 (Beyhakî, Şi’bül-İman)
4- TDV İslâm Ansiklopedisi, 2:247 (Buharî, Hudûd, 22.)