Peygamber Efendimiz (asm), bir hadis-i şeriflerinde, “Âdem’in yaratılışından itibaren Kıyamete kadar geçen süre içerisinde Deccaldan daha büyük bir hadise (diğer bir rivayette daha büyük bir fitne) yoktur”(1) buyurken, “Deccalın şerri şeytandan daha etkilidir.”(2) bütün asırları tarayarak Müslümanları ikaz etmeştir.
İşte işaret edilen ahirzamanın dehşetli zaman dilimindeyiz. Bunu göstergelerinden birisi, ateist, komünist, Kemalist, Darwinist gibi ne kadar sapıtmış, maneviyat düşmanı “izm”, felsefe ve mahluk varsa; Mevlânâ Hazretlerine ve Bediüzzaman Said Nursî’ye saldırırken, adı Mustafa, soyadı İslamoğlu da, onlarla yarışırcasına saldırıyor.
Mevlevîliği hasis emellerine âlet edenleri bahane ederek Mevlânâ’yı ve Mevlevîliği “zivanadan çıkmış, İslâmdışı!” bir hareket olarak lanse ediyor. (15-11-2014 tarihli ÇAY TV.’deki sapıtmış konuşmasında.)
İnsanlara Mevlânâ ve Bediüzzaman isimlerinin verilemeyeceğini saçma-sapan gerekçelerle iddia ederek saf zihinleri idlâl ediyor! Şöyle saçmalıyor:
“Mevlânâ Allah demektir. Bedi Allah’ın bir ismidir, Allah’ın isimleri, Mevlânâ ve Bediüzzaman diye bir insana verilemez!”
“Bedi’” olan Allah’ın isminden hareketle, Bediüzzaman’a, Risale-i Nur’a, Nur Talebelerine saldırıyor.
Kimin adına, konuşuyor, kimin hesabına konuşuyor, onu yönlendiren kimdir? Bu düşüncesiyle-daha doğrusu düşüncesizliğiyle-Sahabe-i Kirama, dolayısıyla Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’ya (asm) da dil uzatıyor…
Halbuki, Rahman, Rahim, Kerim, Gafur, Rezzak, Muhsin, Halim, Kadir, ilahir… Onlarca Esma-i Hüsna’dan, yani, Allah’ın bu isim ve sıfatlarından Abdurrahman, Abdürrahim, Abdülkerim, Abdülgafur, Abdürrezzak, Abdülmuhsin, Abdülhalim, Abdülkadir, ilaahir şeklinde isimler verilmektedir.
Hatta, Adil, Halim, Salim, Cemil gibi isimler de...
Abdurrahman bin Avf, Abdurrahman gibi isimler, Asr-ı Saadetter, Sahabe-i Kiram’dan başlanarak günümüze kadar 15 asır boyunca verile geldi.
Bediüzzaman lâkabı tarihte üç kişiye daha verilmiştir.
Ayrıca, bu ünvanı, zamanın âlimleri, evliyaları Bediüzzaman’a lâyık görmüştür.
14 yaşları civarında iken Bediüzzaman lâkabı verildiğine göre, 1878’e ilâve ettiğimizde, 1892’den, yani, 122 yıldan beri bu ünvanla meşhur olan Bediüzzaman’a, El-Ezher Şeyhi (rektörü) Şeyh Bahid Efendi, Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, Elmalılı Hamdi Yazır, Ömer Nasuhi Bilmen, Ahmet Hamdi Akseki, Hasan Basri Çantay, Konyalı Vehbi Efendi, Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere, Şam-ı Şerif uleması başta olmak üzere binlerce âlim, şeyh, hoca, şeyhülislâm, evliyadan hiçbiri itiraz etmemiştir, aklının ucundan geçirmemiştir.
Eğer, Mustafa İslamoğlu diye biri çıkar da, Peygamber Efendimize (asm), Sahabe-i Kiram’a, âlimlere, müfessirlere, şeyhlere, evliyalara, 15 asırlık İslâm tarihi gerçeklerine aykırı bir takım sapık ve sapıtmış iddialarda bulunuyorsa, dikkat etmek lâzımdır. Mihenge vurmak gerekir:
Konuştukları Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye’ye, Ehl-e Sünnet vel-Cemaat düşüncelerine uyuyor mu?
Kimin adına, kimin hesabına konuşuyor?
Kimler gibi konuşuyor?
Müslüman birisi gibi mi, “ifsat, zındıka, dinsiz, ahlâksızlık komitesi üyesi, Kemalist, komünist vs.” gibi mi konuşuyor?
Kime hizmet ediyor?
Bediüzzaman gibi İslâm’ı anlatan yüz milyonlarca insanın ebedî hayatının kurtulmasına, vesile olan, İslâm’ı, Kur’ân hakikatlerini, Sünnet-i Seniyye’yi ispat eden, izah eden bir müfessire, müceddide niye saldırıyor?
Ve yine dikkat etmek lâzımdır: Bir taraftan Risale-i Nur’un basımı 8 ayı aşkındır bandrol ile yasaklanırken, bir taraftan devletleştirilip Kemalizmin, müstebit rejimin, Atatürkçülüğün emrine verilmeye çalışılırken…
Aynı menhus zaman diliminde de böyle sapık ve sapıtmış insanların tv ekranlarına çıkıp konuşması tesadüf müdür?
Dipnotlar:
1- Müslim, Fiten: 126.
2- Ramûzü’l-Ehadis, s. 518.