“Risale-i Nur’un hatırı ve bu bayramın hürmeti ve eski hukukumuzun hakkı için çok rica ederim ki, dehşetli yeni bir yaramızın tedavisine çalışınız. Çünkü, gizli düşmanlarımız iki plânı takip edip, biri beni ihanetlerle çürütmek, ikincisi mâbeynimize bir soğukluk vermektir. Başta Hüsrev aleyhinde bir tenkit ve itiraz ve gücenmekle bizi birbirimizden ayırmaktır. Ben size ilân ederim ki, Hüsrev’in bin kusuru olsa ben onun aleyhinde bulunmaktan korkarım. Çünkü şimdi onun aleyhinde bulunmak, doğrudan doğruya Risale-i Nur aleyhinde ve benim aleyhimde ve bizi perişan edenlerin lehinde bir azîm hıyanettir ki, benim sobamın parçalanması gibi acîp, sebepsiz bir hadise başıma geldi. Ve bana yapılan bu son işkence dahi bu manasız ve çok zararlı tesanüdsüzlüğünüzden geldiğine kanaatim var. Dehşetli bir parmak buraya, hususan altıncıya karışıyor. Beni.. ağlatmayınız, çabuk kalben tam barışınız.”1
Kâzım Güleçyüz’ün fikrini beyan etmesi ifade hürriyetini kullanmaktır. Bu fikrin beyanı ne kanunen ne hukuken ne dinen suç değildir!
Faraza kabahat olsa bile;
● Ömrünü iman hizmetlerine adayıp çalışan,
● Cemaatin şahs-ı manevîsini temsil eden kararlar çerçevesinde yazılar yazan, konferans, seminerler veren, sohbetler yapan;
● Kitaplarını Yeni Asya’nın neşrettiği, okuyucularının okuduğu, okuttuğu,
● Kâzım beyin bin kusuru olsa bile ben onun aleyhinde bulunmaktan korkarım, hicâb ederim!
Zira, Üstad Bediüzzaman’ın (ra) şöyle dediğini okuruz sık sık:
“Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirane iftihar etmektir.”2
Dipnotlar;
1-Şualar, Enst./intr., s. 443.; 2-Lem’alar, s. 166.