Bediüzzaman’a göre bizi perişan eden istibdat ve cehaletten kurtuluşun formülleri şunlardır:
“Bir millet cehaletle hukûkunu bilmezse, ehl-i hamiyeti dahi müstebit eder. (Bediüzzaman, Münâzarât, s. 74)
“Meşrûtiyet ile sû-i istimâlâtın ekser yolları münsed (setlenmiş, kapalı) olur; istibdatta ise açıktır.” (Bediüzzaman, Münâzarât, Enstitü/internet, s. 39)
“İstibdat ne şekilde olursa olsun, meşrûtiyet libası giysin ve ismini taksın, rastgelsem sille vuracağım. (Bediüzzaman, Divan-ı Harb-i Örfî, Enstitü/internet, s. 40)
“Dini siyasete alet edenler” eliyle yaşatılan dehşetli hadisenin teşhisi şudur: “Hem zındıka, nifak hâsiyetiyle her tarafa döner. Senin dostunu kendine dost edip, sana düşman eder. Senin taraftarlık cihetiyle kazandığın günahlar, faydasız boynunda kalır.” (Bediüzzaman Kastamonu Lâhikası, s. 155)
“İnsan, medeni-i bittab olduğundan ebnâ-yı cinsinin hukukunu muhafazaya ve hakkını onlar içinde aramaya mükellef”tir. (Bediüzzaman, Münâzârât, s. 137)
O halde Risale-i Nur ile bu desise ve tuzakları çelebilir ve savrulmalardan kurtulabiliriz.
Çünkü, “Bütün hastalıklarımızın teşhis ve tedavi formüllerini öğreniyoruz.” Çünkü, “Her müşkülümüz/problemimizin çözümü orada.”
Kulak verelim: “Kur’ân-ı Hakîmin kuvvetiyle, sizin dinsizleriniz dahil olduğu halde bütün Avrupa’ya meydan okuyorum. Bütün neşrettiğim envâr-ı imaniye ile, onların fünun-u müsbete ve tabiat dedikleri muhkem kalelerini zir ü zeber etmişim. Onların en büyük dinsiz filozoflarını hayvandan aşağı düşürmüşüm. Dinsizleriniz dahi içinde bulunan bütün Avrupa toplansa, Allah’ın tevfikiyle, beni o mesleğimin bir meselesinden geri çeviremezler, inşaallah mağlûp edemezler…” (Bediüzzaman, Mektubat, Enstitü/internet, s. 74)
Evet, asla ümitsizliğe düşmeyiz. Risale-i Nur, “cehalet, fakr, zaruret ve ihtilâf düşmanlarıyla” boğuşan Müslümanları kısa zamanda bilgi toplumu seviyesine çıkarıyor: “Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir. Eğer anlamasa da madem Risale-i Nur şakirtlerinin bir şahs-ı mânevîsi var; şüphesiz o şahs-ı mânevî bu zamanın bir âlimidir.” (Bediüzzaman, Lem’alar, Enstitü / internet, s. 171)