Bu zaman, cemaat zamanı olması hasebiyle kıymet ve ehemmiyet şahıslara değil, şahs-ı maneviye göredir. Dolayısıyla ferdî ve fani şahıslarla değil cemaatle ve meşveret, şûrâ düsturları ile hizmetlerin halline çalışmalıdır.
Kastamonu Lâhikası’nda “Risale-i Nur’un samimî, hâlis şakirdlerinin heyet-i mecmuasının kuvvet-i ihlâsından ve tesanüdünden süzülen ve tezahür eden bir şahs-ı manevînin” kuvvetli bir rehber olduğu vurgulanır.
“Madem Risale-i Nur şakirtlerinin bir şahs-ı mânevîsi var; şüphesiz o şahs-ı mânevî bu zamanın bir âlimidir.” (Bediüzzaman, Lem’alar, 1999, s. 171)
“Şahıs ne kadar güçlü ve dahi de olsa şahs-ı maneviye karşı mağlûp düşebilir.” (Bediüzzaman, Emirdağ Lâhikası 2 c., s. 120)
“Bu sırrın sırrı şudur ki: Hakikî, samimî bir ittifakta herbir fert, sair kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on hakikî müttehid adamın herbiri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda mânevî kıymeti ve kuvvetleri vardır.” (Bediüzzaman, Lem’alar, 1999, s. 165)
Zira bu zamanda şer odaklarının komiteler halinde şahs-ı manevî suretinde çalışarak insanları dalâlete sürüklemeleri karşısında Nur müellifi iman kalesinde bir şahs-ı manevinin meydana gelmesi gerektiğini öngörerek Nur Külliyatı cenahında bir hidayet fırkası oluşturmuş ve böylelikle bir şahs-ı manevî şekillenmiştir.
Bu şahs-ı manevîye dahil olanlar adeta manevî bir şirket oluşturmuşlardır. Bu şirketin sermayesi ise ihlâs, sadâkat ve muhabbettir. Ve kazancı ise Rabbimizin rızasıdır. Manevî ortaklığa dahil olan her fert yaptıkları Nur hizmetiyle bu manevî şirkete iştirak etmiş olurlar. Bu hizmetlerin tamamından hasıl olan sevaplar ve Nurlar iştirak-i âmâl düsturu ile bölünmeden herkesin defterine yazılır. İşte bu şirket-i maneviye, ahir zamanın ağır şartlarında çok büyük kazançtır. Zira “Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti cemaat üzerinedir.” (A. Başer, Risale-i Nur’dan Kelimeler ve Cümleler)
Nur bünyesindeki cemaatin her bir ferdi, yaptığı hizmet ile; kendi ibadet ve takvası derecesinde küllî bir ubudiyete sahip olabilir: “Risale-i Nur dairesinde sadâkat ve hizmet ve takva ve içtinab-ı kebair derecesiyle, o ulvî ve küllî ubudiyete sahib olur.” (Bediüzzaman, Kastamonu Lâhikası, s. 67)