Türkiye Büyük Millet Meclisinde Cuma günü hararetli ve hatta kavgalı geçen Şerafettin Can Atalay oturumundan bir netice çıkmadı.
Bu kararın, Atalay’a oy veren ve vermeyen Hatay seçmenini depremde yıkılan binaların altında terk etmekten farkı yok.
Görüldü ki seçmene “sesimi duyan var mı” diyen bir iktidar bloku yok. Ama seçmenin sesini duyuracağı bir sandık var ve elbet bir gün o da gelecek.
Meclis, hukuku ve Anayasa’yı göz göre göre çiğneyerek, başını kuma gömdü ve yarıda bıraktığı tatiline dönme kararı aldı.
Ama unutmayalım ki o Meclisin çoğunluğu oluşturan iktidar kanadı hakkında, daha önce, Anayasa Mahkemesi -hem de eski AKP’nin Anayasa Mahkemesi- bir “yok hükmünde” kararı almıştı.
Dolayısıyla Meclisin tatil kararı da aynen kendisi gibi “yok hükmünde”.
Bu durumda, millet ne halde ona bakmak lazım:
İktidarın seçimden kaçmaya başladığı açık.
Zira son mahalli seçimlerde boyunun ölçüsünü aldı ve beyaz keten kumaş hayli kısa geldi. Ve o kumaş her geçen gün daha da kısalıyor.
İktidar destekçisi seçmen tatilden memnundur herhalde. Ama muhalif seçmen pek tatil modunda değil.
Hele Meclisin “Can Atalay hapiste kalsın” kararından sonra, yaz sıcaklarının da tesiriyle siyasetin hayli ısınacağı anlaşılıyor. Zira siyaset hakları kül eden orman yangınlarının arasında kaldı.
Bu kapsamda bir hususa da dikkat çekelim:
Derin devlet yine bir taktik uygulayarak muhalefeti birbirine düşürmeye çalışıyor.
Muhalefetin kendi içindeki küçük hatalarını ya da çekişmelerini “büyük suçlar” olarak gösteren bir besleme medya var ve hayli tesirli.
Bu medyanın ipinin kimlerin elinde olduğu, bilene malum. Ve kaydını tutan da iyi tutuyor.
Mesela; CHP’nin eski genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibi ile Özgür Özel ve kadrosu arasında var sayılan çatışma üzerinden, seçmene, “muhalefetten de bir şey çıkmaz, siz yine iktidar blokunu destekleyin” türünden bir mesaj verilmeye çalışılıyor.
Fakat bu sefer galiba muhalif seçmen bu hileye fazlaca kanmayacak.
Zira eli delik AKMHP iktidarının insafsız tahsildarı herkesin cebini deldi.
Bizim en çok zorumuza giden de şu:
“İki tür siyasetçinin birbiriyle kavgasında ‘hakkın hatırını âlî tutmak’ gerekmez, ehvenüşşer prensibini uygulamak lazım” diyenler var.
İki kötüden birini tercih etmek zorunda kaldığımız ya da kalacağımız durumlarda uygulanabilecek bir maslahat prensibini her yerde ve her olayda uygulamaya kalkmak tam bir cehalet örneği.
Hem, milletvekili dokunulmazlığı gibi esaslı bir meselede ilkesel düşünmeyeceksek başka hangi meselede “bizim de kendimize göre ilkelerimiz var” diyebiliriz ki?
Bu dahi gösteriyor ki; bu günler geçtiğinde, çok yüzler, bugün paçalarından akan bu ilkesizlikler sebebiyle kızaracak. Yüzsüz çok kafalar yerin dibine geçecek.
İlkelerle bakan bizler ise yazdıklarımızdan mahcup olmayacağımıza eminiz.