Geçen hafta bu başlıkla yayınlanan ilk yazımıza gelen yorumlardan sonra konuyu başka bazı yönlerden de ele almak gerekti.
Ancak bugün öncelikle konu ile ilgili bazı ihtiyatlı kanaatlerimizi paylaşalım:
Öncelikle, yazı başlığı bilinçlidir: Evet, bir yönüyle Putin de muhafazakârdır ve dolayısıyla “Putin muhafazakârlığı” da diyebilirdik. Ama SSCB’nin komünist despotizm döneminden sonra Rusya’da iç muhalefeti ezen ve devletçi-milliyetçi saiklerle muhafazakâr kılıklı istibdadı sürdüren bir despota muhafazakâr demeyi dahi içimize sindiremedik.
Ancak tekrar hatırlatalım ki bu yazı serisinin amacı övmek ya da yermek değil.
Hatta ilk yazımızın öncelikli amacı dış politika hakkında değerlendirme yapmak da değil, Putinizm’den ders alan Erdoğan despotizmini dolaylı biçimde öven AA’nın manipülatif haberciliğini eleştirmekti. Yazımıza gelen yorumlar, -iddialı olmadığımız bir alan olan- dış politikaya da girmemize vesile oldu. İnşallah yanılmaz ve yanıltmayız.
Temel prensipler şunlar olabilir:
1- Kayda değer sayıda Müslümanın da yaşadığı her ülkedeki her devlet ve her makul siyasetçi, politik bir tutum olarak Müslümanlar ve Müslümanlık hakkında makul şeyler elbette söyleyebilir. Bu siyaseten ve insaniyeten normal olandır. (Putin, Merkel gibi hatta geçmişte Hitler, Mussolini gibi.).
Hatta bazı yöneticiler İslam dinini seçmiş bir ailenin evladı olabilir. (Obama gibi) Veya kendisi sonradan açıktan ya da gizlice Müslümanlığı seçmiş de olabilir. (Merhum Şeyh Nazım Kıbrısî ve İngiliz Kraliyet ailesi fertleri örneği gibi.) Ancak bunlar devletlerarası ilişkilere ve dinlerin yayılmasına sınırlı etki eden hususlardır.
Dolayısıyla bunlara özel anlamlar yüklemek kanaatimizce çok da gerekli değildir.
2- İslam dünyası için ve samimi mü’minler için devletlerarası politikanın en önemli gündemi ve meselesi ittihad-ı İslam’dır ve buna yardımdı olacak paktlar ve politikalardır.
İslam ülkesi diyemeyeceğimiz ülkelerin devletleri için ise asıl mesele, böyle bir ittifaka karşı ya da taraftar olması ve taraftar görünüyorsa bunun ilkeleri, ölçüsü ve biçimidir.
3- Din mensuplarını ve dinî liderleri okşayarak dinî ve siyasi konularda siyasi ve diplomatik neticeler alma siyasetini her devlet uygulayabilir.
Nitekim kırklı yıllarda SSCB’nin de benzerini yaptığını, Bediüzzaman’ın ”Geçen sene Ruslar, çoklukla hacıları hacca gönderip, onlar ile propaganda yapıp ki, Ruslar başka milletlerden ziyade Kur’ana hürmetkâr diye, âlem-i İslâmı din noktasında bu vatandaki dindar millet aleyhine çevirmeye çalıştığı …” cümlelerinden biliyoruz.
4- Bir ülkenin devleti için asıl ölçeğimiz, o ülkenin, Müslümanların hür yaşayabildiği ve serbestçe dinî tebliğ yapabildiği bir ülke olup olmadığıdır. Bu yönden bakıldığında, despotça yönetilen ülkelerin daima riskli olduğu açıktır.
5- Bediüzzaman’ın “Rus da dinsiz kalamaz, dönüp Hıristiyan da olamaz” tesbiti her alanda kullanılacak ve zulmü hoş görmemizi sağlayacak bir klişe değildir.
Müslüman olmayan Rusların açık ya da gizli İslamlaşması ile Putin’in muhafazakâr çağrıları arasında pozitif bir bağ olduğu iddia edilebilir. Ama ispata muhtaçtır.
6- Uluslararası dengeler açısından bizlerin Rusçu, Amerikancı, İngilizci, Almancı … olması gerekmediği gibi onların iç siyaseti açısından Putinci, Trump’çı, Obama’cı, Harris’çi vs. olmamız da gerekmez. (Ayrıntılar için geçen haftalarda yayınlanan “ABD seçimleri bizim neyimiz olur” başlıklı yazımıza bakılabilir.)
Gelecek yazıda Putin ve Müslümanlık meselesiyle konuya devam edelim.