"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Teveccüh-ü nâs

Abdülbakî ÇİMİÇ
15 Haziran 2015, Pazartesi
İnsan bu, mahiyetinde enva-i çeşit hissiyatlar var. Pek yüksek bir ruhu taşıyor.

Nefsinde ve suretinde hiçtir ve hiç hükmündedir. Fakat vazife ve mertebe noktasında, şu kâinat-ı muhteşemenin seyircisi ve mütalâacısı hükmündedir. Cenâb-ı Hak insanın ruhuna vedia olarak gayr-ı mütenahi tohumları fıtraten derc etmiştir. İnsanın ihtiyâcâtının kesreti sebebiyle, çok çeşit çeşit hissiyat peydâ olmuştur. İnsanın bu mahiyetinin şümulündendir ki çeşit çeşit hissiyatlar insanda hükmetmektedir. Nefs-i insaniye âkıbeti görmeyen, bir dirhem hazır lezzeti ileride bir batman lezzetlere tercih edebilir. Böylece hissiyat-ı insaniye akıl ve fikre galebe eder. Hazır lezzete meftun kör hissiyât-ı insaniye, fâni, hazır bir meyveyi, bâki, uhrevî bir bahçeye tercih etmek cihetiyle, nefs-i emmare bu hâlet-i fıtriyeden istifade etmek ister. Böylece nefs-i insaniye, muaccel ve hazır bir dirhem lezzeti, müeccel, gaip bir batman lezzete tercih eder. Teveccüh-ü nâsda da böyle acip bir lezzet vardır. Çünkü nefs-i insaniye insanların teveccühüne meftundur. O teveccühten zevk alır. Övülmekten ve nazarların kendisine çevrilmesinden hazlanır. Halbuki bu hâl insanı hatar-ı azime atabilir. Teveccüh-ü nâs şiddetli bir imtihanın mukaddimesi olabilir. Çünkü insan her an imtihanla yüz yüzedir.

Teveccüh-ü nâs, insanların sevgisine, alkışına, takdirine, övgüsüne, teveccühüne kapılıp; yaratılış gayesinden uzaklaşma hastalığıdır. Teveccüh-ü nâs, riyayı dâvet eder, Rızâ-i İlâhiye giden yolun en büyük manisidir.

Teveccüh-ü nâs; insanların ilgisi, insanların insana vermiş oldukları değer, kıymet ve yönelmesidir. Özellikle Müslümanların ve Risâle-i Nur Talebelerinin kaçınması gereken bir hâldir. Teveccüh-ü nâs, teveccüh-ü âmmeyi kazanmaya çalışmaktır. Riyaya sebep ve ihlâsı kıracak bir şöhret-i kâzibedir. Çünkü teveccüh-ü âmmeye mazhar olmak ve insanların nazarında şöhret kazanmak, Nur Talebelerinin kaçınması gereken hallerdir. Teveccüh-ü nas, nefsin hoşlandığı ve herkesin şahsını medh ü senâ ettiği nefsânî bir zevktir.

Risale-i Nur hizmetindeki ihlâs-ı tâmmı, dünyevî ve uhrevî menfaat ve makamlardan ve her türlü teveccüh-ü fâniyeden yüz çevirip sırf rıza-i İlâhî olarak deruhte etmek gerekiyor. Çünkü “Evvelâ rıza-yı İlâhî ve iltifat-ı Rahmânî ve kabul-ü Rabbânî öyle bir makamdır ki, insanların teveccühü ve istihsânı, ona nisbeten bir zerre hükmündedir. Eğer teveccüh-ü rahmet varsa, yeter. İnsanların teveccühü, o teveccüh-ü rahmetin in’ikâsı ve gölgesi olmak cihetiyle makbuldür; yoksa arzu edilecek birşey değildir. Çünkü kabir kapısında söner, beş para etmez.”1

Hem teveccüh-ü nâs, yapanı değil, daha çok yapılanı vartalara atan nefsin çok hoşlandığı bir hâlettir. Yılandan, akrepten kaçar gibi kaçınılması gereken bir durumdur. Bediüzzaman Hazretleri’nin tarifiyle “Teveccüh-ü nâs istenilmez, belki verilir. Verilse de onunla hoşlanılmaz. Hoşlansa ihlâsı kaybeder, riyâya girer.”2 

“Şan ve şeref arzusuyla teveccüh-ü nâs ise, ücret ve mükâfat değil, belki ihlâssızlık yüzünden gelen bir itab ve bir mücazattır. Evet, amel-i salihin hayatı olan ihlâsın zararına teveccüh-ü nâs ve şan ve şeref, kabir kapısına kadar muvakkat olan bir lezzet-i cüz’iyeye mukabil, kabrin öbür tarafında azâb-ı kabir gibi nâhoş bir şekil aldığından, teveccüh-ü nâsı arzu etmek değil, belki ondan ürkmek ve kaçmak lâzımdır. Şöhretperestlerin ve şan ve şeref peşinde koşanların kulakları çınlasın!”3

Rıza-yı İlâhî kâfidir. Eğer o yâr ise, herşey yârdır. Eğer o yâr değilse, bütün dünya alkışlasa beş para değmez. İnsanların takdiri, istihsanı, eğer böyle işde, böyle amel-i uhrevîde illet ise, o ameli ibtal eder. Eğer müreccih ise, o ameldeki ihlâsı kırar. Eğer müşevvik ise safvetini izale eder. Eğer sırf alâmet-i makbuliyet olarak, istemeyerek Cenâb-ı Hak ihsan etse, o amelin ve ilmin insanlarda hüsn-ü tesiri namına kabul etmek güzeldir.4

Öyleyse “Sen, ey riyakâr nefsim! ‘Dine hizmet ettim’ diye gururlanma. ‘Muhakkak ki Allah, bu dini fâcir [günahkâr] adamla da teyid ve takviye eder.’5 sırrınca, müzekkâ (paklanmış, aklanmış) olmadığın için, belki sen kendini o recül-ü fâcir (günahkâr adam) bilmelisin. Hizmetini, ubudiyetini, geçen nimetlerin şükrü ve vazife-i fıtrat ve farize-i hilkat ve netice-i san’at bil, ucub ve riyadan kurtul.”6 Böylece teveccüh-ü nâs hastalığından da kurtul.

Dipnotlar:

1- Mektubat, 2013, s. 700.
2- Lem’alar, 2013, s. 372.
3- Lem’alar, 2013, s. 372.
4- Barla Lâhikası, 2013, s. 137.
5- Buhari, Cihad: 182, Meğâzî: 38, Kader: 5; Müslim, İmân: 178; İbn-i Mâce, Fiten: 35; Dârimî, Siyer: 73; Müsned, 2:309, 5:45.
6- Sözler, 2013, s. 769.

Okunma Sayısı: 2991
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı