İnsan ruhunu “geç kalmışlıklar” yorar ve hüzünlendirir. Hayatta bazı şeylerde “geç kalma” duygusunu yaşadım, ama hiçbiri Halil Uslu Ağabeyimizin vefatından önce Sincan’a gelip de benim görüşememem ve akabinde Halil Ağabeyimizin vefatını duymam kadar beni hüzünlendirmedi. Vefatını duyunca hem “vedalaşamadan ayrılmanın” hüznü hem de hatıraların tazyiki ile hıçkıra hıçkıra ağladım. Kalem ve kelâm ile hizmette örnek aldığımız ve bize bu yönde örnek olan ağabeyimize bu yazı bir vefa borcudur. “Geç kalmış” bir yazı oldu. Vefatının sene-i devriyesinde Fatihaya vesile olması temennisi ile…
Çocukluğumuzun ve gençliğimizin yoğrulduğu İç Anadolu’da muhterem ağabeyimizle defalarca görüştük. Derslerini dinledik, hatıraları ile tebessüm ettik, duygulu ve içten dersleriyle şevklendik yıllarca… Saff-ı evvel ağabeylerimizin tesirini ve sırrını taşırdı; ne zaman görüşsek bir ders alır, ne zaman sohbetine katılsak şevkten uçacak hale gelirdik. Halil Ağabeyimizin ince düşünceli sözleri ve tavırları, hazır cevaplılığı, hareketi, neşesi, sürat-i intikali, bitmek bilmeyen enerjisi, içten tavırları, rikkatli kalbi ve Peygamber Efendimize (asm) ve Üstadımıza olan sadakati dikkatimizi çekerdi ve bu güzel haller ile doldu hatıralar ve yıllar… Onun için sadece Halil Ağabeyi kaybetmedik, bu hakikatleri yaşayan bir âlemi kaybettik…
Halil Ağabeyimiz küçüklüğümüzde bizlerle sohbet eder, fikirlerimize ehemmiyet verirdi. Küçük olduğumuz halde bizimle “büyük” ciddiyeti ile muhatap olurdu. Maillerimizi cevapsız bırakmaz, mektup gibi uzun maillerinde birçok hakikatlere değinirdi. Vefa onun en önde gelen hasletlerindendi.
1436 Ramazanının Kadir Gecesi’nde Sincan Dersanesindeki sohbetinde kendini göremeden sesini duyduğumda da istikametini izhar ediyordu, her ortamda çekinmeden Üstadını sena ettiği gibi: “Mehdi-i azam, Müceddid Bediüzzaman Hazretleri…” Birçok orijinal tesbitleri gibi, “malın markasıyla satılması” tesbiti de orijinaldi. Bediüzzaman’dan ders alıp, onu zikretmeyen “nadanları” asla tasvip etmezdi.
Halil Uslu Ağabeyimiz daire-i Nurda yer alan hareketli ve hızlı gençleri “Ele avuca sığmaz, ama daire-i nurdan hiç kopmaz“ olarak niteler ve ne olursa olsun “daire-i nurdan hiç kopmamanın ehemmiyetini” vurgulardı.
Sungur Ağabeyimizi ebedî hayata uğurlarken, cenazeye katılanların hissettiği manevî sekinet ve huzur hali Halil Ağabeyimizin cenazesinde de vardı. (Bu yazının gecikmesine sebep olan hususlardan birisi de “Veli kuluna vefat ettiğinde Allah’ın ilk ihsanı cenazesine katılanları bağışlamasıdır” mealindeki hadis-i şerifin kaynağını bulma çabamdır. Okuduğum ve mealen naklettiğim bu hadisin kaynağını hâlâ bulamadım.)
Büyük zatların hayatları gibi vefatları da hizmete medar olmaktadır. Üstadımızın: “Ben rahmet-i İlâhîden ümit ederim ki, mevtim, hayatımdan ziyade dine hizmet edecek.”1 dediği gibi Halil Ağabeyimizin cenazesinde de aynı tezahürü gördük. Cenaze merasimi nurun bayramı oldu, sevenler kucaklaştı. Muhabbet ve uhuvvet neşesi hâle hâle yayıldı. Kocatepe mevlidlerinde tezahür eden sır ve muhabbet Halil Ağabeyimizin cenazesinde de aynen yaşandı. Buna katılan zatlar şahittir. Halil Ağabeyimiz yazılarında Mevlânâ’nın “Ölümüm düğün günümdür. Üzülmeyin, helva yapın dağıtın” dediğini naklederdi. Kendi vefatı da düğün günü gibi oldu. Konya Yeni Asya cemaatinin cenazeden sonra “düğün pilavı ve helva” ikramı da Halil Ağabeyimizin Hakk’a vuslatının bir düğün hükmünde olduğunun tescili oldu.
Ağabeyimizin hizmetteki ciddiyetine en bariz delil yıllarca fasıla vermeden yazdığı “Başet” yazılarıdır. Küçüklüğümden beri takip ettiğim halde, hiç aksama görmemişimdir. Bu minvalde bir hizmete devam etmek birçoklarının yapamayacağı bir meziyettir.
Yeni Asya misyonundan taviz vermeyen abimiz “Türkiye’de kahramancasına Risale-i Nur ve Said Nursî diyen Yeni Asya’dır ve onun yazarlarıdır ve okuyucularıdır.” 2 gibi satırlarla Yeni Asya camiasına bakışını özetlerdi. Üstadımız için kullandığı güzel tabirlerden biri de “Sevgi şelâlesi ve muhabbet meşalesi” tabiridir. Kelâmen dahi olsa Üstadımıza sadakatten ayrılmadığının nişanesidir bu güzel ibareler.
Yeni Asya Bilişim sayfamızda yaptığımız mülâkatta “Siteler savaşında kalpleri fethetmemiz lâzım” gibi manidar ifadelerle teknolojinin hizmetlerde kullanılmasının önemini vurgulamıştı. Yine “İnternetin cazibedar tuzaklarından gençler nasıl kurtulacak?” şeklindeki sorumuzu şöyle cevaplamıştı: “Kafeste bülbül mü olmak istiyorlar, yoksa semada şahin mi olmak isterler? Münevver gençler, avcılara yem olmayan aslanlar gibi olmalıdır ve öyledirler. Akıl sahibi ve kâinatın nakş-ı azamı olan insan ve genç, mülevves ve adi tuzaklara yem olamaz ve düşemez. Korunmak fikirle, inançla ve istikrarla olur.“ 3
Halil Uslu Ağabeyimizi rahmetle anıyoruz. Ruhu şad olsun! Buluşmak ötelere kaldı Ağabey! Yazımı yine kendi ifadeleri ile bitirmek istiyorum: “Elbette bu hizmet bayrak yarışına benzer. Mühim olan hem yarışa devam edeceksin, hem bayrağı düşürmeyeceksin ve hem de formanı değiştirmeyeceksin.”4