"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Sonradan görme olmak iyi bir şeydir

Zeynep ÇAKIR
30 Eylül 2013, Pazartesi
Size; “Hiçbir yerde görmediniz! böylesi ilk defa ve size özel” klişesiyle sunulan bir fırsatı kaçırmak ister misiniz? İstemezsiniz değil mi?

En ilgi çekici; beğenilen bir tasarım göre göre sıradanlaşıyor ve “Amaan...” diyorsunuz “Herkeste var neden ben de alayım?” Bir göz doymuşluğu bütün hevesinizi kaçırıyor ve o şeye biçtiğiniz kıymeti de kıymetsizleştiriveriyor. Halbuki bazen görmemişlik hevesi  -göre göre- kanıksanmışlıktan daha efdaldir. Masumca bir sahiplenme ile maksudunuza ulaştırır ve sevdirir.
Demek ki bazı konuların görmemişi olmak fıtrata daha uygun bir hal arz eder. Bunun içindir ki görmezden gelmek, göz yummak, gösterişten uzak olmak, gözlerden sakınmak eski kültürümüzden beslenen insanların cemiyetin ahlâkî yapısına ilmek ilmek işledikleri meziyet motifleridir.
Ne bir iyilik göze sokarcasına yapılır orada, ne bir maharet göze girmek için sergilenir; mahviyet esastır. Gösteriş yapmak, çalım satmak gabî mizaçlıların şanındandır. Gözü açıklık itibar görmez, kalp gözü açık olan muteber sayılır.
Mahremiyet kaidelerinin küllî cüzî her rüknünde aşırı titiz olan eski cemiyetin bu telâkkisinde; ne ibretlidir ki görüşmek ve müfritane irtibat ise makusen mütenasib tecelli eder. Göz ihlâllerinden emin olmaktan gelen bir itimadla evler, gönüller, sırlar muhatablara açılır, samimiyet o nisbette artar. Yediğimiz yemeklerden, kaçta uyandığımıza, takıldığımız mekânlar ve üstbaşımızın şıklığını teşhir ile statü kazandığımızı varsaymanın sarhoşluğuna ve o gün ruh halimizin nasıl olduğuna kadar örtüsü kaldırılan mahremiyetlerin bedeline; arkadaş ve takipçi sayısının çokluğunu bildiren sanal cetvellerin rağmına; artan yalnızlığımız; şu çok değerli olan göz mesafesini kendi arzu ve ihtiyarımızla yabanî nazarlara açmamızın muaccel cezasıdır... “Seyyah olup şu âlemi gezerim, bir dost bulamadım gün akşam oldu” diyen şair zamanını yererken acele etmiş de, bu sözü bu zamanın sanal âlem gezginlerine ithaf etmiş gibidir.
Hasılı son zamanlarda artan görsellik, bize ait olmayan kültürel kodlarımızda bulunmayan, gündelik hayatımızda gerçekte var olmayan ve hiçbir zaman da benimsenmeyen bir görmemişlik, bir sonradan görmelik meylini gayrimeşrû bir şekilde inşa ediyor. Kökü dışarıda olan meyveleri acı ve hastalık bulaştırıcı bir ağaç gibi ruhumuzda dal budak sarıyor. Hele hele bu yeni anlayış özellikle de kadın-erkek ilişkilerindeki mahremiyet duvarlarının tuğlasını günbegün birer ikişer hak ile yeksan ediyor.
Bu itiyad ve temayülün en zarar verdiği nokta ise evlilik ve nikâh yolunu kapatmış olmasıdır. “Ezme ile süzme ile/ Yar bulunmaz gezme ile” demiş ya bir halk ozanı; ben şu gezmeyi görme olarak tashih edeyim. Zira giriş cümlesinde yazdığımız şu size özel maddesini ihlâl eden çok görmüşlüğün bırakın suretlere aşinalığın getirdiği bıkkınlığı, ruh dünyasının haletine vukufiyete kadar sirayet etmesi “evlenilecek kişinin hususiyetlerini merak etme” duygusunu halihazırda geçmiş zamanların çöplüğüne atmış bulunmaktadır.
İşte! Ey gençler neden evlenemiyorsunuz veya evlilikten soğumuşsunuz? haletinin ince dakik bir sırrı: “gördümcük hastalığıyla” malûlsünüz. Göz göre göre evlenemiyorsunuz. Halbuki eşinizi daha önce hiç görmeseniz, nişanlı iken az görüşseniz... Bir ömre dağıtılacak, sindire sindire yaşatılacak bir efsunu topyekûn ilk görüşmelerde, görmelerde tüketiyor ve evlenme hevesinizi kaçırtarak bunun da cezasını peşin peşin ödüyorsunuz.
Ne yapalım ben eskiciyim ve eski kafalı bir bohçacıyım. Eskinin dürülmüş hazinelerini açalım da görüş ufkumuz genişlesin istiyorum ve bu cümleden olarak; görüşerek evlenme değil de görücü usûlü evlenmenin kerametine bugün daha çok inanıyorum!
Çağdaşlaşmanın bir fetiş gibi benimsendiği cemiyet hayatına çeşitli ritüellerle sokulduğu, görücü usûlüne veryansın kampanyasıyla; kadın erkek ihtilâtının dans, balo, deniz banyoları! gibi faaliyetlerle terviç edildiği dönemlerde maksadın büyük ölçüde hasıl olduğunu “tahrip kolaydır” nassıyla ve böyle bir eğilimin geldiği noktanın bugün bize bunları yazdırmasından ötürü kabul etmek zorundayız.
Fakat şu var ki; nasıl bir hayat tarzı benimsenmiş olursa olsun evlenmek, çoluk çocuğa karışmak, bir ömür boyu mutlu olmak gibi güzel amaçları ihtiva eden insanî ve fıtrî olan bu duygunun tatmin ve tatbiki için seçilen yolda;  gençlerin gördüğü zarar bir o kadar gözden uzak tutulamaz. Bunlar sizi bağlayan fikirlerdir diyen çıkabilir. O halde biz de sözü burada keser; değişim rüzgârlarının fırtınaya dönüştüğü o dönemlerin yazar ve aydınlarının görüşlerini nazar-ı dikkatlere sunarız:
Bunlardan ilki Yakup Kadri Karaosmanoğlu... Devrin hâkim zihniyetinin tasallutuna uğramamak için; konuyla ilgili fikrini; cumhuriyet dönemine gelmiş, ama eski köhne (!) Osmanlı kafasını atamamış roman kahramanı Naim Efendi’ye montajlayıp, maskeli bir eleştiride bulunuyor: “Naim Efendi mutaassıp bir adam değildi. Harem ve selâmlık usûllerinden çoktan vazgeçmişti. Seniha’yı ve kızını erkekler içinde başı açık görmeye çoktan alışmıştı. Fakat bazı yeni adetleri sadece güzel ve hoş bulmuyordu. Nitekim yeni tarz evlenmeler de ona fena olmaktan ziyade çirkin ve tatsız geliyordu. Düğünden evvel birbirlerini o kadar iyi tanıyan kızla oğlan için gelin olmanın, güvey girmenin artık ne bir sırrı ne heyecanı ne cazibesi kalır? Duvağı açan el titremeden, duvağı açılan yüz kızarmadan birbirlerine yaklaşanların düğünlerindeki sevinç ve saadetin manası nedir? Ah yeni yetişen nesil ne acınacak bir haldeydi. Yarınki çocuklar saygı itaat ve görenek gibi kayıtlardan kurtulacak, fakat aynı zamanda bu kayıtların temin ettiği zevklerden ve saadetlerden de mahrum kalacaktı. Gittikçe sathileşecekler, gittikçe kabalaşacaklardı ve akıbet başıboş bırakılmış hayvanlar gibi oradan buraya buradan oraya atılıp dururken günün birinde ya bir çukura düşecekler ya da bir suda boğulacaklardı.” (Kiralık Konak- İletişim yay. shf: 43)
Bir diğer yazar; Refik Halid Karay ise; “Bugünün Saraylısı” adlı eserinde, eski devri bütün şaşaasıyla yaşayan; yeni devri ise içinden tenkid eden, dışından ise ayak uydurmaya meyyal Ata Efendi’yi kendi yerine konuşturuyor. Meşrûtiyet ve Birinci Dünya Savaşını görenlerin çektiği eziyetin sonucunda gelinen noktada bunları takdir etmekten uzak, “Ankara’da kuş sütü isteseler önüne gelen” dejenere olmuş bir kuşak olarak görürken eskiyle bir mukayese yapmaktan kendini alamıyor:
“Yenisi buydu işte, şu plaj! Olanları beğenmez göründüğü halde içine katılmakta zevk duyan şu Üftade! Sırtına hemen mayosunu geçirip, yabancı erkekle takım taklavat denize giren şu kasabalı kız ve kendisi... Erenköyü’ndeki köşkten Bostancı’daki kapalı deniz hamamına araba ile giden hanımlarını düşündü. Hele; gelin hanımefendiyi unutamaz. Bütün İstanbul’u yıllarca gezmişler, onu Kocamustafapaşa’da bulmuşlardı.” (İnkılap yay. shf: 60)
Bir yanda eski dönemlerin; çarşaflı - peçeli kafesli cumbalı evlerin, görünmeyen, ama zevceliğe liyakati işin ehli olanlarca hassas terazilerle tartılarak peşine düşülen kıymetli -gözde hanımları.
Gözden ırak olan gönülden de ırak olurmuş derler. Doğrudur. Gözden ırak olduğu için, namahrem gönüllerden de ırak olan hanımları. Erkeğin gözünün ve gönlünün daldan dala konmasını engelleyen, gençlik güzellik ve endamından dolayı hemcinslerini asla bir rekabet olarak görmeyen, beyi tarafından kendisine dünyanın en güzel kadını olduğu hissi verilen, “gözü dışarıda mı acaba?” diye bir kaygısı hiç olmayan tesettür medeniyetinin bahtiyar ve yabancı nazarların hapsinden korunma hürriyetinden nasipdar mesut  kadınları ve  beri yanda seleflerine burun kıvırsa ve görme görünme hürriyetini (!) ifrat mertebede kullanmasına rağmen onların ne tahtına ne de bahtına erişemeyen yeni dönemin ve bugünün hanımları...
Uzun sözün kısası şu meşhur deyimlerimizin ezberini bozmak iyidir. Görmemişlik- gördüğünüz üzre böyle konular söz konusu olunca iyi bir şeydir. Önceden görüp görüşerek tüketilen ilişkilerden se sonradan görmelik ve ne buldum delisi olmak aile hayatı  ve saadeti açısından çok iyi bir şeydir. Tesettürü sadece kılık kıyafetten ibaret görmeyen bir algı ve şuurla yaşamak, gözleri haramdan çevirmek de hakeza...

Not: Bu yazı, Risale-i Nurdaki “Mim’siz medeniyet, tâife-i nisâyı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metâı yapmış. Şer’-i İslâm onları rahmeten dâvet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada; rahatları evlerde, hayat-ı âilede....” tesbitinin  rehberliğinde tekrar okunsa daha da güzeldir...

Okunma Sayısı: 1858
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı