Ülkemizde bugüne kadar yürürlüğe giren anayasalar, toplumsal iradeyi yansıtan bir toplum sözleşmesi değil, resmî ideolojiyi temsil eden Oligarşik elit dayanışmasının bir ürünü olmuştur.
Oligarşik elitler ise, topluma yabancılaşmış, toplumun değerleri ile bütün bağını koparmış, kültürel yabancılaşmaya aracılık eden örgütlü bir azınlıktır. Toplumun geri kalan kısmına kendi çıkarlarını, kendi düşünme tarzını devlet diye, hukuk diye dayatan bir sınıftır. Toplumsal kimliğin dinamiklerini ideolojik bir anlayışla bloke eden ve hatta tahrip eden oligarşik elitler, topluma önderlik yapmak bir yana, her fırsatta topluma karşı zorbalaşmışlardır.
Resmî ideolojinin toplumsal kimliği değiştirme misyonu, en çok bu kimliğin ana unsuru olan dinî ve millî değerlerde tahribata yol açmıştır. Böylece toplum, kuşaklar deveranında, gittikçe nuranî rabıtalarını yitirerek günümüzdeki duruma gelmiştir. Bugün ülke birliğini, devlet birliğini taşıyacak ortak paydalar yerine, dayanışma krizine yol açan kimlik algıları kapımıza gelip dayanmıştır. Başlangıçta İslâm’ı “modernleşmeye, bilime karşı” olarak tanımlayanlar, daha sonra “rejime karşı” şeklinde tanımlamaya başlamışlardır. Böylece üst kimliği tahrip edilen toplumda alt kimlik dayanışmaları keskinleşmeye başlamıştır.
Ülkemizdeki anayasalar incelendiğinde, resmî ideolojinin ürettiği karşıtlıkların, bu anayasalarda tamamıyla yansıdığı görülecektir. Bu anayasaların en temel özelliği, devlet-toplum değerleri karşıtlığı olmuştur. Resmî ideolojiyi referans alan anayasalar, bütün idarî, siyasî, adlî ve askerî mekanizmaları ve bunların mevzuatını kendi kalıbında şekillendirmiştir. Toplumdan ve toplumun değerlerinden kopuk devletlerde, merkezi kurum daima ordu olmuştur. Ordu merkezli bir yapılanmada, ordudaki hiyerarşik sistem devlet-millet ilişkisine de taşınır. Bu ilişki, bir toplum sözleşmesi ilişkisi değil, bir kumanda ilişkisidir. Düşünce ve politik süreç resmî ideolojinin tekeli altına düşmüştür. Resmî ideolojiye muhalefet bir iç tehdit unsuru haline gelmiştir. Ordu darbeciler eliyle sisteme boyun eğmeyi sağlayan silâhlı siyasal bir güce dönüştürülmüştür. Çünkü resmî ideoloji, kendi paradigmalarına aykırı kültürel dinamiklere hayat hakkı tanımaz. Vesayetini sürdürmek için, gerektiğinde millî iradeye karşı suç işleyerek darbe yapar. Vatansever değil, rejimseverdir. Resmî ideolojiye uygun düşmeyen her durum rejim meselesidir. Değişimlere karşı, rejimi değiştirme, Cumhuriyeti yıkma, laikliği ortadan kaldırma, kurumları yıpratma, asimetrik psikolojik savaş, karşı darbe, polis devleti, sivil dikta, sivil vesayet gibi söylemler resmî ideolojinin karşı refleksleri olarak ortaya çıkar. Resmî ideoloji, halk iradesini yönetim erkine taşıyan bütün düzenlemeleri, cumhuriyetten bir sapma olarak algılar. Resmî ideoloji kendi anayasasını bir kez yapmıştır ve darbelerle de uyarlamıştır. Artık değişim tamamlanmıştır.
Bir ülkede, toplum ve toplumun değerleri neden iç tehdit olarak algılanır? Neden ordu gibi bir kurumu iç güvenlik kurumuna dönüşür? Bir ülkede neden toplumun temel ortak paydası olan manevî kimlik dinamiklerini iç tehdit olarak kabul eden ve bu kabul üzerine yapılanan bir iç güvenlik kültürü oluşur? İdarî, adlî ve askerî bürokratik yapı, neden kendi toplumuna karşı örgütlenir? Bir ülkede, devlet, neden kendi toplumuna karşı korunup kollanacak bir varlıktır? Neden devlet güvenliğini, herkesin devleti, herkesin güvencesi, adaletin, özgürlüklerin, hukukun güvencesi olmaktan değil de, özel devlet güvenlik mahkemelerinden ve güvenlik kuvvetlerinin toplum üstündeki otoritesinden alır? Bu tür soruları daha da çoğaltabiliriz. Bütün bunların sebebi kısaca resmî ideolojidir. Ülkemizde bugüne kadar sivil bir anayasa yapılmasının önündeki en büyük engel, bu resmî ideoloji; resmî ideolojiyi temsil edenlerin iradesi ve bu iradeden beslenen refleksler vardır.
Resmî ideoloji bağlamında yapılan anayasa, bu anayasa ile fonksiyonalize edilen kurumlar, toplumun hizmetinden çıkmıştır. Bilâkis, toplumun iradesine ve değerlerine karşı siyasî, ideolojik muhalefeti temsil etmektedirler. Resmî ideoloji parantezinde yaşadığımız yüz yıllık bir süreç sonunda, karşı karşıya olduğumuz toplumsal barış sorunları, ağır semptomlarla tezahür etmeye başlamıştır. Bu durum sivil toplum sözleşmesi olan bir anayasa yapılmasını acil bir ihtiyaç haline getirmiştir. Artık, toplum kendi anayasa tasavvurunu ortaya koyacağı yöntemi bulmalıdır. Siyasî partilerin ve resmî kurumların tarihî, ideolojik veya teorik ön kabulleri aşılmalıdır. Artık, bir toplum sözleşmesi olan, kendini resmî ideolojinin kalıplarından kurtarmış ve tamamen sivil iradenin ürünü olan, toplumun kimlik değerleri ile barışık bir anayasa yapılması zamanı gelmiştir. Ülkemizdeki toplum kesimlerinin bir arada ve barış içinde yaşayabilmeleri, insanımızın kimlik değerleri ile barışık, temel hak ve özgürlüklerinin, hukukunun güvencesi ve herkesin devleti olan bir devlet yapılanması ile mümkün olacaktır. Yeni anayasa, ideolojik devleti kaldırıp yerine hukuk devletini; vesayeti kaldırıp yerine demokratik değerleri ikame etmelidir. Ancak bu takdirde bütün toplumsal kesimlerin üzerinde uzlaştığı bir anayasa metni ortaya çıkarılabilecektir. Böylece, toplumu yapılandıran bir devlet, devletin ihtiyacı olan bir toplum değil, devleti yapılandıran bir toplum ve toplumun ihtiyacı olan bir devlet söz konusu olabilecektir. Toplum iradesinden meşrûiyet alan bir anayasaya göre yapılanmış devlet kurumlarının, geçmişte resmî ideolojiye göre üstlendiği, toplum iradesine, değerlerine karşı siyasî muhalefet işlevi de böylece sona erecektir.