Bediüzzaman, Osmanlı’nın son dönemlerinde ve Cumhuriyetin ilk otuz yılında neşrettiği imanî ve içtimaî eserlerle ve değişik dönemlerdeki idareyi temsil eden en üst düzey kişiler nezdinde yaptığı girişimlerle, Avrupa devletlerinin sunduğu ve icbar ettiği zehirli reçetelere karşı, mukabil reçeteler üretmiştir.
Bütün hayatı, İslam’ın tecdidi, devletin ve milletin ıslahı yolunda mücadele vermekle geçmiştir. Osmanlı’nın son dönemlerinde başlatılan ve Cumhuriyet döneminin temel karakteri halini alan “menfi modernleşme” ve “menfi milliyet” anlayışına karşı çıkmıştır.
Bediüzzaman, birinci ve ikinci Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemi ve iki dünya savaşı gibi büyük inkılâpların ve olayların gerçekleştiği çalkantılı bir dönemde yaşamıştır. Cumhuriyetin kuruluş günlerinde, “Şu inkılab-ı azîmin (büyük değişimin) temel taşları sağlam gerek” diyerek, Cumhuriyetin temel taşlarını “menfi milliyet” anlayışının değil, müspet milliyet duygusunun oluşturmasını ve cumhuriyetin dindar bir cumhuriyet olarak yapılandırılmasını ısrarla tavsiye etmişti. Özellikle devletin taşıyıcı sosyal kolonlarından biri olan Türklere şöyle seslenmişti: “Ey Türk kardeş! Bilhâssa sen dikkat et! Senin milliyetin İslâmiyet’le imtizaç etmiş. Ondan kabil-i tefrik değil. Tefrik etsen, mahvsın!”
Çeşitlilik insanın fıtri yapısının bir gereğidir. Daha önceki bir makalemizde de belirttiğimiz gibi, bu çeşitlilik bütünleyici farklılıktır. Farklılıklar birbirini bütünledikçe, tıpkı bir vücudun birbirinden çok farklı azalarının birbirini bütünlemesi gibi bir anlam kazanır. Ancak, bu çeşitliliği ortak değerler etrafından sosyolojik bir denklemle bütünleştiremeyen toplumlarda bu farklılıklar, belirttiğimiz müspet anlamı kazanamaz.
Ülkemizin birlik ve dayanışma bağları, ideolojik denklemlerle yıllarca tahrip edilmiştir. Bütün dikişler koparılmak istenmiştir. Toplum yıllarca menfi milliyet anlayışının Türk ve Kürt kolunu teşkil eden zihniyetlerin kıskacında bu günlere gelmiştir. Günümüze kadar Cumhurbaşkanı Özal’ın başlattığı girişim dâhil bütün çözüm girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlanmasının altında yatan temel sebep, çözümün menfi milliyet anlayışı bağlamında ele alınması olmuştur. Hâlbuki günümüzde toplum ne kimlik ve ne de coğrafî anlamda cetvelle çizilebilecek sınırları çoktan aşmıştır. Edirne’den Hakkâri’ye kadar karışıp kaynaşarak tek bir topluma dönüşmüştür. Bu karışıp kaynaşmanın ürettiği sosyolojik dinamik, çözümün temel taşı yapılmalıdır. Artık toplumu ve vatanı ve devleti parçalamaktan çok bütünleştirecek çok daha büyük, kavgasız, gürültüsüz bir sosyolojik yapı söz konusudur. Bu yapı, Türk ve Kürtlerin toplumsal, siyasi ve coğrafî olarak kopuşunun üreteceği siyasi ve ekonomik geleceğin karanlık olduğunu çok iyi görmektedir. Buna mukabil, Türk-Kürt birliğinin üreteceği siyasi, sosyal ve ekonomik gücün üreteceği geleceğin sadece, Anadolu’yu değil, bütün İslam dünyasını aydınlatacağını da görmektedir. Bu toplum İslam’a, Hz. Peygamber’e ihanet etmeyecektir. Hz. Peygamber’in cahiliye dönemi âdeti olarak nitelediği menfi milliyet anlayışını terk edecektir.
Geçmişte menfi milliyeti temel alanlar nasıl ki aksülamel yaparak Kürtleri menfi milliyete sürüklediler. Günümüzde de menfi milliyete müptela olan bir kısım Kürtler, mukabil menfi milliyet duygularını kışkırtmaktadırlar. Yüz yıla yakın süren ve sıcak çatışmaya dönüşerek ülkeyi bir parçalanmanın eşiğine getiren bu menfi milliyet hastalığından artık kurtulmanın zamanı gelmiştir. Bu hastalıktan halas bulmadıkça, demokrasi menfi milliyet bağlamındaki taleplere bir araç olarak kullanılmaktan öte bir işe yaramayacaktır. Şunu unutmayalım!.. Mesele salt demokratikleşme sorunu değildir. Temel sorun, menfi milliyet bağlamındaki kimlik algısının yol açtığı gerilim ve bu gerilimin tahrip ettiği demokratikleşme zemini yoksunluğudur.
Milletin birliğini tesis edemeyen hiçbir çözüm süreci, ülke birliğini de, devletin birliğini de muhafaza edemeyecektir. Menfi milliyet hastalığından arınmış Türkler ve Kürtlerdir ki, çözümün sosyolojik zemini olacaktır. Demokratikleşme de bu zeminde filizlenecektir.
Elhasıl diyoruz ki, şu çözüm sürecinin temelleri sağlam gerek…