Fen bilimlerindeki evrenselliğe karşılık, sosyal bilimlerdeki dinamik, göreli (izafi) ve bağlamsal özelliği dikkate almak gerekir.
Kaldı ki, fen bilimlerinde dahi verilerin evrenselliği tartışmalıdır. Bunun en açık misali, Batlamyus, Newton ve Einstein Fiziği arasındaki farklılıklardır. Batlamyus, kâinatı Ay altı-Ay üstü boyuttan; Newton mekanik boyuttan Einstein ise, metafizik boyutlardan tanımlıyor. Ancak hakikatin bu farklı boyutları, yüzyıllarca hakikatin evrensel bütünü olarak kabul edilmiştir. Risale-i Nur, “Hakaik-ı nisbiye” kavramı ile insanlığın fizikî hakikate dair bilgisinin dahi nisbi (bağlı-göreli) olduğunu, evrensel doğru olmadığını, insanların zamana, mekâna ve geldiği ilmi mertebelere ve ahval-i zamana göreli algı ile malûl bulunduğunu, hakikatin bu göreli mertebeye indirgenemeyeceğini ve indirgenmiş boyutun genellenemeyeceğini tespit etmiştir. Fizikî hakikatin dışına çıkıp, siyasî, içtimaî ve sosyal hadiselere bu görelilik ve bağlamsallığa yol açan unsurlar daha da müdahil olmakta ve hakikatin tesbiti daha da karmaşıklaşmaktadır.
Muhakemat ve İşarat-ül İ’caz’da bu mevzu özetle şöyle izah edilmiştir: “Âyet ve sahih hadisler üç kaziyeyi (hükmü) mutazammındır: Birincisi: Âyetler Allah’ın (cc) Hadisler Peygamberimizin (asm) kelâmıdır. İkincisi: Kelâmın mana-yı muradı hak ve sadıktır. Bu ikisinde ittifak etmek gerektir. Fakat birincisini inkâr eden, mükâbir, kâzib olur. İkincisini inkâr eden adam dalâlete gider, zulmete düşer.” (Muhakemat) Bu ilk iki kaziye mutlaktır. Yani hiçbir kayıt ve şartı, istisnası yoktur. İçtihada ve istişareye konu edilemez.
Üçüncü kaziye: “Bu kelâmda murad budur. Ve bu sadefte olan cevher budur; ben gösteriyorum. Bu kaziye ise teşehhi ile (hırs ve hevesle) değil, içtihadın neticesidir. Zâten müçtehid olan başka müçtehidin taklidine mükellef değildir. Bu üçüncü kaziyede ihtilafat feveran ederler. Bunu inkâr eden adam eğer içtihad ile olsa, ne mükâbirdir ve ne küfre gider.” (Muhakemat) “Şayet Kur’ân’ın o kelâmı, başka bir manaya ihtimali olan bir nass veya zahir olursa, üçüncü kaziyeyi kabul etmek lâzım olmadığı gibi inkârı da küfür değildir. İşte müfessirlerin ihtilâfları, ancak ve ancak şu kısma aittir. (İşarat-ül İ’caz) İşte bu üçüncü kaziye kapsamındaki âyet ve hadisin mana-yı muradı, içtihada ve istişareye konu olabilir. İçtihat ve istişare ile varılan hükümler çeşitlenebilir. Bu çeşitlenmeler, mezheplerin ve cemaatlerin de çeşitlenmesine yol açmaktadır.
İslâm dünyasının yaşadığı kaos, bu üçüncü kaziye kapsamında kalan âyet ve hadislerin mana-yı muradında düşülen ihtilâflardan kaynaklanmaktadır. Oryantalist müdahale bu damardan girerek Müslümanları birbirinin hasmı haline getirmektedir. Müslümanlar arasındaki ihtilâflar ve husûmetin kaynağına baktığımızda, altında iki yanlış anlayışın yattığı görülür: 1- Üçüncü kaziye kapsamındaki âyet ve hadislerin mana-yı muradını kendi içtihatlarına tahsis etmek, 2- Bu içtihadı itikadileştirerek bütün Müslümanları kabule icbar ve kabul etmeyenleri mükâbir; yani kendini büyük gören, karşısındakini küçümseyerek, doğru sözünü kabul etmeyen, haksız olduğu hâlde hak iddiasında bulunan olarak kabul etmek veya inkâr edenleri tekfir etmek… Bu anlayış kısaca, istişare ve içtihada açık ve dolayısıyla içtihad ve istişare edenlere göreli hükümleri merkeze koyarak, adeta, Kur’ân’ı ve sahih hadisleri dahi kendi yorumuna malzeme haline getiren bir anlayıştır. Akıllarını âyet ve hadislere mühendis yapan bir anlayıştır. “Hak benim anlayışımdır” dalâletidir. Hürriyetle, imanın ve İslâmiyet’in ve hatta insaniyetin bağını kesen anlayıştır. Böyle bir anlayış zemininde, İslâm dünyasının ittifak ve ittihadı mümkün değildir.
Bu üç kaziye, Kur’ân’ın ve Hadis’in hakikatlerinden süzülen Risale-i Nur esasları için de geçerlidir. Özellikle siyaset ve içtimaiyat meseleleri, üçüncü kaziyeye müheyya bir zemindir. Bu sebeple, Risale-i Nur’un özellikle siyasî ve içtimaî mevzulara temas eden düsturlarının “mana-yı muradı budur” kaziyesinde, sürekli değişen ve akan hadisata ve ahval-i zamana tatbiki noktasında ihtilaflar ortaya çıkabilmektedir. Nitekim neşriyat, siyaset/içtimaiyat ve şerh/tanzim/izah konularında hizmet anlayışlarının itikadileştirilmesi ve çeşitlenmesi, bu konuların göreli ve bağlamsal özelliğinden kaynaklanıyor.
İslâm’ı ve İslâm dünyasını kilitleyen bu menfi ihtilâfları bertaraf etmede, âyet ve hadise dair bu üç kaziyenin mana ve fonksiyonlarının makamında bilinmesine ihtiyaç vardır. Aksi halde tekfir, icbar ve istibdat baş gösterir. Cemaatler mezhepleşir, mezhepler ise dinleşir. Birbirinden kopar, hatta birbiri ile çatışır. Oryantalizm’in stratejik hedefi İslâm’ı mümkün olduğunca çeşitlendirmektir. İhtilâf bataklığına atarak, ittihad-ı İslâm’ı bizzat Müslümanlar eliyle boğmaktır. Türkiye’nin Müslüman bir devlet olarak bu üç kaziye bağlamında bir İslâm temsili elzemdir. Öncelikle kendi iç toplumsal kimliklerimizin indirgemeci ve tekfir edici anlayış zemininden korunması için Diyanet İşleri Başkanlığının etkin bir kampanya başlatması gerekir. Daha sonra da bu anlayış zemini üzerinde ağır ihtilâflar yaşayan İslâm ülkelerine karşı yürütülen politikalarda, Türkiye’nin üçüncü kaziyeden kaynaklanan içtihatların itikadileştirilmemesi, kabul etmeme veya inkâr etmenin tekfire ve kabule icbara sebep kabul edilemeyeceği hakikatini temsil ve yoğun diyalog ve faaliyetlerle telkin etmesi elzemdir. Türkiye’nin, İslâm toplumlarını, temel hak ve hürriyetler ve demokratik değerlerle tanıştırmak gibi bir misyonu vardır. Temel sorun budur ve bunu çözümlemeyi esas tutmayan hiçbir politika çözüm üretemeyecektir.