Kabul Etmiyoruz
Geçtiğimiz Salı günü Ahmed Hakan Tarafsız Bölge programında cemaatlerin ve tarikatların darbe yapma potansiyelini konuklarıyla tartışmış. Ben, sonradan okuyucularımın uyarısıyla youtube’den izledim.
Eleştirim şu:
Sayın Hakan, cemaatleri ve tarikatları tartıştırıyorsunuz. Fakat onlardan konuk dâvet etmemişsiniz. Cemaatleri ve tarikatları linç ettirdiniz. Cemaatler ve tarikatlar bunu hak etmiyorlar.
Program boyunca Risale-i Nur hareketi ve Bediüzzaman Said Nursî hakkında yanlış sözler sarf edildi. Ama orada cevap verecek muhatap yoktu. Bu bir garabetti.
Bu haksızlıkları kabul etmiyoruz.
Devlete Sızma Zihniyeti Nurculukta Yoktur
Konuklarınızdan Kenan Alpay’a hakkı savunduğu için, Ahmed Yavuz’a da hocaların iftira furyasına uymadığı için tebrikler. Tarihçi Sinan Meydan belli ki, Said Nursî’nin Rumuzat-ı Semaniye ve Sırr-ı İnna Ateyna Risalelerini okumuş ve notlar almış. Bu Risaleler üzerinden Said Nursî’ye sitemleri yer aldı. Fakat bu Risalelerdeki ebced çıkarımları ile darbenin ne alâkası var; anlaşılamadı.
Sinan Meydan, devlete sızma zihniyetinin kökeni olarak, Menderes döneminde Said Nursî ile Demokrat Parti’nin dirsek temasının incelenmesi gerektiğini söyledi.
Sayın Meydan! Said Nursî meşrûtiyetin ilânı zamanından beri, birçok âlimin küfür rejimi dediği demokrasiyi ve cumhuriyeti, âyetlerden ve Asr-ı Saadetten deliller de getirerek Kur’ân namına savunmuştur. Menderes hükümetini, Demokrat misyonu temsildeki dürüstlüğü doolayısıyla desteklemiştir. Bu destek aynı zamanda Nurculuğun da kökenini ihtiva etmiştir. Nurculuğun siyasetle ilgili görev tanımı devlette kadrolaşmak değil; Demokrat misyonu dürüstçe temsil eden partiyi desteklemekten ibarettir.
Dolayısıyla Risale-i Nur öğretisiyle örtüşmeyen devlette kadrolaşmak ve devleti ele geçirmek gibi bir faaliyet Nurcuların gündeminde olmaz. Böyle bir faaliyeti gündemine alan grup da Nurcu olmaz. Ve faaliyetlerinden de Nurculuk -ne kökeni itibariyle, ne de bu gün geldiği nokta itibariyle- sorumlu olmaz.
Hocaların İftiraları
Hocalara gelince… Özellikle Mustafa İslamoğlu şahsında ekranlar maalesef aradığı hakperestliği bulamadılar. Bir sürü iftira, tezvirat, saptırma, sataşma buldular. Ki bu, ilim adına tam bir fecaatti.
Mustafa Öztürk Hoca da bir ara bu sataşmalara kapıldı ve Said Nursî’nin Sikke-i Tasdik-i Gaybi’de otuz üç âyeti ebced hesabıyla yorumlamasına ileri geri lâflar etti. Mustafa Hoca, buradaki yorumlara katılmayabilir şüphesiz. Nitekim bu yorumlar için bizzat Said Nursî, hocalara “fihi nazarun” demelerini tavsiye ediyor.1
Hocalar Said Nursî’yi kendini “eleştirilemez” görmekten de vurmaya çalıştılar.
Oysa Said Nursî kendini eleştirilemez görmüyor.
Bakın ne diyor:
“Mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz, ticarette geziyor. Hatta benim sözümü de, ben söylediğim için hüsnüzan edip, tamamını kabul etmeyiniz; belki ben de müfsidim veya bilmediğim hâlde ifsat ediyorum. Öyle ise, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın; mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise kalpte saklayınız, bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduâyı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.”2
Hocalar Said Nursî’nin Risale-i Nur’un kendisine Allah’tan nazil olduğunu söylediğini de iddia ettiler.
Delil isteriz. Delil gösterilmezse iftirayı sahibine iade ederiz, hesabını Allah’a bırakırız.
El-iyazu Billâh!
Hocalar Said Nursî’yi, kendini putlaştırmakla da itham ettiler. “Bediüzzaman” unvanını da buna örnek veriverdiler.
El-iyazu billâh! Böyle bir ithamla dünyada en son anılacak kişi Said Nursî’dir!
Said Nursî tarikatların bin yıllık şahıs merkezli hizmet tarzını kabul etmemiş; şahs-ı manevî merkezli bir hizmet tarzını miras bırakmıştır. Bu sebeple Nurcuların bir şeyhi, bir halifesi, bir lideri yok -sırf putlaşmasın diye-; meşveret sistemleri vardır. Yeni Asya sistemi bunun en bariz örneğidir.
Said Nursî sırf putlaştırma tehlikesi yüzünden, mezarının da bilinmemesini vasiyet etmiştir.3 Ve 27 Mayıs Cunta hükümeti, onun bu vasiyetini bilmeyerek yerine getirmiş, mezarını ortadan kaybetmiştir. Bu vasiyet dolayısıyla, Nurcular onun mezarını aramıyorlar.
Bediüzzaman unvanını da ona kendisi vermemiş, devrinin uleması ve ma’şerî vicdanı vermiştir. O kendisine “Bid’atuzzaman” unvanını lâyık görmüştür.4
Öte yandan, Allah’ın ulûhiyet manası taşımayan isimlerinin (Ali, Veli, Kadir, Celil, Cemil, Bedî… gibi) insana verilmesi de ehl-i sünnetçe caizdir. Bunda şirk yoktur.
Dipnotlar: 1- Kastamonu Lâhikası, s. 224. 2- Eski Said Eserleri, Münâzarât, s. 230. 3- Emirdağ Lâhikası, s. 109, 110. 4- Muhakemat, s. 7.
Bediüzzaman,Cemaat,Tarikat İddialarına Cevap Geldi
Konuyla ilgili benzer haberler:
Emekli generalden Üstad'a çirkin iftira
Emekli Tümgeneral Ali Erdinç, Aydınlık gazetesinde dün yayınlanan yazısında Üstad Bediüzzaman Said Nursi'ye akıl almaz iftiralar attı.
31 Mart vakası için "Kalkışmanın ele başları İngilizler için çalışan Derviş Vahdeti ve Said-i Nursi’ydi" diyen Erdinç, Üstad için "Said-i Kürdi (daha sonra Said-i Nursi adıyla Nurculuk tarikatını kuracaktır)" cümlesini sarf ederek Nurculuğu tarikat mesleğiyle karıştırdı.
Oysa Üstad Bediüzzaman "Zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır. Tarikatsız Cennete giden pek çok, fakat imansız Cennete giden yoktur." diyerek Nurculuğun bir tarikat olmadığını Emirdağ Lahikası II'de belirtiyor.
Devamını okumak için tıklayınız:
http://www.yeniasya.com.tr/gundem/emekli-generalden-ustad-a-cirkin-iftira_409113