NİCE BİN ESRARIN KEŞFİ
Bu gece, nice bin esrarın yaşandığı bir kutlu gece… Leyle-i Miraç..
Hiçbir beşere değil, hiçbir Peygambere de nasip olmayan bir muazzam görüşme, Ferid-i Kevn-ü Zaman rütbesiyle, kâinatın Burhan-ı Natık’ı sıfatıyla Resul-i Ekrem Efendimiz’e (asm) bu gecede nasip oluyor.
Miraç gecesinde…
Yol arkadaşı Cibril-i Emin ile birlikte semavatın yedi katını da ziyaret ederek, her bir mertebede mübarek gözüne ve kulağına açılan nimetleri, feyizleri ve nurları müşahede ederek Sidre-i Münteha’ya geliyorlar.
İŞTE SİDRE-İ MÜNTEHA!
Cebrail Aleyhisselâm: “İşte Sidre-i Münteha!” Diye müjdeliyor.1
Sidre-i Münteha: Kâinatın nabzının attığı yer, kâinat âleminin sınırı, mahlûkatın ilmi ve amelinin kendisinde son bulduğu huduttur.
Resûlullah Efendimiz (asm) yol boyunca nice ince esrara, kâinatın nice derin muammasına, nice gizli sırlarına, nice yüksek hakikatlerine, nice dolu hazinelerine, mülk ve melekûtun bütün kapalı gerçeklerine vâkıf olmuştur. Muhtelif Esma dairelerine girmiş, her sema katında hâkim olan bir İsm-i İlâhî’nin nice tecellilerini görmüş, Allah’ın isimlerinin ulvî cilvelerini gözüyle ve kulağıyla tam bir basiret içinde müşahede etmiştir.
Şimdi Sidre-i Müntehâ’dadır.
Sidre’de O’nu bir nur, şuur ve idrakini ihata eden bir emir bürümüş; artık Cebrail Aleyhisselâm bile Sidre’nin berisinde kalmıştı. Cebrail Aleyhisselâm buradan ötesi için: “Bir parmak ucu kadar daha yaklaşsam yanarım!” demişti.
İŞTE SİDRENİN ÖTESİ
Sidre’den ötesini Kur’ân’dan, Necm Suresinin ayetlerinden takip edelim:
“Doğruldu! O, Ufuk-u Âlâ’da idi!”2 Resûlullah Efendimiz (asm) burada en yüksek Ufuk’ta durdu, doğruldu. Önüne Refref getirilmişti. Artık Cebrâil Aleyhisselâm’ı kevn âleminde, Sidre’de bırakmıştı. Kendisi Arş-ı Azama girmiş3; “Vücub” âlemine doğru yönelmişti.
“(Refref ile) yükseldi ve yaklaştı.”4 Bu ayetle Allah Resûlü’nün (asm) Allah’ın akrebiyeti ile, kurbiyeti ile, yakınlığı ile müşerref kılındığını öğreniyoruz. Resûlullah (asm), Zât-ı Muallâ’nın kurbiyetine yaklaşmıştır.
“Artık Kâb-ı Kavseyn’de idi; yâhut daha da yaklaştı!”5 Bu ayetle Allah Resûlü’nün (asm) Kâb-ı Kavseyn makamına yükselmekle teşrif edildiğini öğreniyoruz. Üstad Bedîüzzaman hazretleri’nin (ra), “İmkân ile Vücub ortası” diye tavsif buyurduğu makamdır Kâb-ı Kavseyn6 Zât-ı İlâhî’ye, bir ok yayının iki ucu kadar veya daha da yaklaştı. Ve, artık “Zât-ı Celîl-i Zülcemâl ile görüştü.”7
İŞTE MÜLÂKAT ANI
“İşte o esnada Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti!”8 Bu ayetle anlıyoruz ki, Resulullah Efendimiz (asm) Cenab-ı Hakk’a bizzat ulaştı ve bizzat görüştü ve Cenab-ı Hak’tan bazı esrar ve bilgileri aldı. Zaman ve mekân üstü olan bu makamda Allah Resulü (asm), Allah’ın, “Ehadiyet ile kelâmına ve rü’yetine mazhar oldu.”9
Bu ayetleri geniş bir perspektifle Otuz Birinci Söz’de tefsîr eden Bedîüzzaman (ra), Allah Resûlünün (asm) burada Allah’ın azametinin delillerine şâhit olduğunu, âlem-i şehâdetin mânevî tezgâhları ve küllî kânunlarına, yeryüzündeki mahlûkatın amellerinin netîcelerine, cinlerin ve insanların fiillerinin Cennetteki meyvelerine ve Cehennem’deki zakkumlarına, yeryüzündeki tesbihât ve tahmîdâtın Cennet’ül-Me’vânın meyveleri suretine girmesine tanıklık ettiğini kaydediyor. “Elhamdülillâh” kelimesinin, nasıl bir Cennet meyvesine dönüştüğünü müşâhede ettiğini beyan eder.10
MİRAÇ GECESİ, İKİNCİ BİR LEYLE-İ KADİR HÜKMÜNDEDİR
Bu gece, böylesine müstesna bir gecenin sene-i devriyesini inşaallah idrak edeceğiz.
Bediüzzaman, bu gecenin leyle-i Kadir hükmünde bulunduğunu ve mânevî kazancın bire bin olacağını haber veriyor.11
Bu geceyi namazla, niyazla, Kur’ân okuyarak, Cevşen okuyarak, Miraç Risalesini okuyarak, dua ederek ihya edebiliriz.
Bizim miracımızın da namaz olduğunu; ömrümüz boyunca beş vakit namazda sebat ederek Allah’a yakınlık kazanabileceğimizi bir kez daha bu gecede dimağımıza perçinleyelim.
Leyle-i Miracınızı bütün ruh u canımla tebrik ederim.
Dipnotlar:
1- Buhârî, X/1551
2- Necm Sûresi, 53/6,7
3- Sözler, S. 520
4- Necm Sûresi, 53/8
5- Necm Sûresi, 53/9
6- Sözler, S. 520
7- Sözler, S. 520
8- Necm Sûresi, 53/10
9- Sözler, S. 518
10- Sözler, S. 532
11- Şualar, s. 429