"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Diyanet’imiz Risale-i Nur tefsirini yayınlamakta epeyce gecikti

Şükrü BULUT
04 Ekim 2024, Cuma
Risale-i Nur tefsirinin mahiyetini, tarihçesini ve İslâm dünyasındaki yankılarını bilenler, maksadımızı daha kolay anlayacaklardır.

Bu eser külliyatının ilk kitabının, Osmanlı Meşihatı’nın oluru ve Harbiye Nezareti’nin teşebbüsüyle Osmanlı Askerî Matbaasında basılmış  İşârâtü’l-İ’caz olduğunu çoğu münevverlerimiz maalesef bilemiyorlar.

Birinci Dünya Savaşı’nda, cephede at üzerinde Ruslarla savaşırken yazdığı bu kitabı, materyalist dinsiz felsefenin kızıl bir alev gibi Avrupa’dan İslâm coğrafyasına sıçradığı günlerde, hâlin vahametini anlayan merhum şehid Enver Paşa, bizzat kâğıt masrafını ödeyip eseri, Osmanlının devlet olarak irtibat içinde olduğu noktalara dağıtacaktı. Bediüzzaman Darü’l-Hikmet azası iken de, yaklaşık on iki kitabını matbaalarda bastırıp meccanen dağıtacaktı. Yani Diyanet’imizin Risale-i Nur’u neşretmesi yeni bir hadise değildir. Kemalizm ile başlayan yirmi sekiz senelik mutlak istibdat, Osmanlı’yı temsil eden Bediüzzaman’ın tefsirini geciktirmişti.

Bediüzzaman’ın; Abdulkadir Geylânî, Bahaddin Nakşibendî, İmam-ı Rabbanî, Mevlana Halid ve Celâleddin-i Rûmî gibi, bu coğrafyayı fikren besleyip nurlandıran büyük bir âlim oluşunda, ne Doğu’nun ne de Batı’nın itirazı yok. Gel gör ki, diğer âlimleri bir tarafa bırakarak Bediüzzaman’a hücum eden din ve ahlâk karşıtlarının tutumları, Diyanet’te vazifeli olan hamiyetli âlimleri pek çok zaman harekete geçirmiş olsa da, dahildeki Kemalistler, masonların da yardımlarıyla müsbet teşebbüsleri hep engelleye geldi. Diyanet’imizin 1945’lerden sonraki bu teşebbüslerinin hikâyesi de inşaallah yazılacaktır. Mânianın kişisel olmayıp şahs-ı manevîlerle mütemadiyen inşa edildiği; Bediüzzaman’a gönül vermiş siyasetçilerin, âlimlerin ve bürokratların itiraflarıyla da ortaya çıkmıştır. Tahsin Banguoğlu gibi dil âlimleri, Merhum Menderes ve çevresindeki Bediüzzaman dostları, Al Fuad Başgil gibi Batı medeniyetini kökleriyle bilen hukuk âlimleri, birçok zamanlar bu menhus ruhtan bahsedeceklerdi.

Çok partili sisteme geçildiği 1950 seçimlerinin ardından, Said Nursî, Mustafa Sungur gibi bazı talebelerini hükümet merkezi Ankara’ya göndermişti. Onlar; bazı mebuslarla, Diyanet Reisiyle, Yüksek İstişare Kurulu heyetinin üyeleri ve bazı bürokratlarla görüşerek; Risale-i Nur’un önündeki neşir engelini kaldırmaya çalışmışlardı. Bu gayretleri bize haber veren bir mektubu, mevzuun anlaşılması için takdim edelim.

“Mübarek, makbul, kıymetli mektubunuzu Diyanet Riyaseti Başkanı Ahmed Hamdi Efendi’ye teslim ettik. Sevinçler içinde mübarek mecmua ve Nur’ları kendi hususî kütüphanesine koydu. ‘İnşaallah bunları kendi öz ve has kardeşlerime okumak için vereceğim ve bu suretle tedricî tedricî neşrine çalışacağız’ dedi.

Çok sevgili Üstadım Efendim,

Mübarek mektubunuzdaki emirlerinizi yapacağını söyledi. ‘Fakat şimdi hemen birdenbire bunların neşri olmaz. Ben bu eserleri has kardeşlerime okutturup meraklılara göre ileride neşrederiz.’ İnşaallah tam ve parlak şekilde ileride neşrine çalışacağını söyledi.

Sungur” (Emirdağ Lâhikası, s. 256.)

Burada, münafık Kemalistlerin İslâm’a karşı başarılı oldukları hususu da arzedelim. Türkiye kamuoyunu mütemadiyen yalanlarla, iftiralarla ve itibarsızlaştırmalarla müşevveş etmede başarılı oldular. Dinî cemaatlerin arasına soktukları rüşvet, rekabet, iğfal ve kıskançlıklarla Nur talebelerini yalnızlığa mahkum ettiler. Elbette bu hep böyle olmadı. İhtilallerden istifade ile bu “menhus ruh” zaman zaman ileri gitti. Ve 12 Eylül projesinin de en büyük hedefi, Türk gençliğini Risale-i Nur’dan koparmaktı. Bu ifademizin altını dolduracak yüzlerce bilgi ve belgeyi, Yeni Asya’ya müracaat edenlere verebiliriz.

Bediüzzaman, Risale-i Nur’un Kur’ân’ın malı olduğunu ve kendisinin de onun talebesi olduğunu söylerken, dindeki tecdidi ortaya koyuyordu. Kur’ân’ın malı olan, elbette ki bin senelik Kur’ân bayraktarının malı olacaktı. Onu 1925 Şeyh Said Piranî hadisesiyle, maksatlı olarak iltisaklı gösterenler, Said Nursî’yi Batı’daki Türklerin arasına menfa ile cezalandıracaklardı. Burdur, İsparta, Eskişehir, Kastamonu, Denizli ve Afyon gibi; kahir ekseriyeti Türk olan halkın arasında eriyip kaybolmasını bekleyen Kemalistleri en çok şaşırtan şey ise, buradaki insanların fevc fevc Nurlar’a talebe olup bu tefsiri el ile altı yüz bin nüsha kadar ülkeye neşretmeleri olacaktı.

Kemalistlerin Kürt olarak suçladıkları Said Nursî’ye Türk milleti sahip çıkmıştı. Türkiye demokrasi ile idare edilmiş olsaydı, en azından 1956’da olduğu gibi ülkenin başbakanı ve bakanları milletin çocukları için bu tefsirin imdadına koşacaklardı.

Devam edelim, inşaallah…

Okunma Sayısı: 1995
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Nur

    4.10.2024 22:24:39

    Sorulması gereken sorular... Ellerinize sağlık Hocam.

  • Demokrat Avrupa

    4.10.2024 19:46:45

    Irkçılık meselesini her fırsatta öne çıkaran Kemalistler, hiç bir zaman toplumda huzur ve barış istememişlerdir…Irkçılık adına Said Nursî Hz.’lerine Kemalist sistem hücum ettikçe, itibarsızlaştırılma projesine kader müsaade etmeyerek, tam tersine yıldızı Türkiye’nin batısında parlamaya başlamıştır…

  • Said

    4.10.2024 17:03:39

    Diyanetin Risaleinura bigane kalması, onu dünyada küçültüyor. Asli vazifesine dönüp risaleleri yayınlaması gerekir. Gecikmeden.

  • Numan

    4.10.2024 16:06:04

    Diyanetimizin risaleinurları neşri, kendisine İslam dünyasından kıymet ve değere vesile olabilirdi.

  • İbrahi

    4.10.2024 10:47:32

    Diyanet müslüman türk milletine aittir. Demokrasi gelmeden diyanetin bunu başarması kolay değildir.

  • Hüseyin T

    4.10.2024 09:21:21

    (2)Ancak 2000’li yıllarda Risale-i Nur külliyatı üzerindeki yasaklamalar ve tartışmalar hafifledi ve bu eserler üzerindeki devlet baskısı azaldı. 2014 yılında, Risale-i Nur'un telif hakları kamu malı ilan edildi ve bu tarihten itibaren Diyanet İşleri Başkanlığı da Risale-i Nur’un basımını üstlenmiştir. Diyanet, bu eserleri orijinal metne sadık kalarak yayımlamaya özen göstermiştir. Bu durum, devletin Risale-i Nur’u daha geniş kitlelere ulaştırmak istemesi olarak değerlendirilebilir. Aynı zamanda, Risale-i Nur’un sadece belirli bir grubun değil, tüm Müslümanların istifade edebileceği bir eser olduğu vurgulanmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Risale-i Nur külliyatına olan ilgisi ve bu eserlerin basımını üstlenmesi, Türkiye’de İslam düşüncesinin geniş kitlelere ulaşmasında önemli bir rol oynamaktadır. Diyanet’in resmi basımlarıyla birlikte Risale-i Nur, sadece Nur cemaati tarafından değil, daha geniş bir Müslüman kesim tarafından da okunmaktadır.

  • Hüseyin T

    4.10.2024 09:18:30

    (1)Diyanet İşleri Başkanlığı ve Risale-i Nur arasındaki ilişki, Türkiye’nin dini ve siyasi tarihindeki önemli bir konu olarak dikkat çeker. Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur’da İslam inanç esaslarını, Kuran tefsirini ve iman hakikatlerini ele alarak, özellikle imanın kuvvetlendirilmesi üzerine yoğunlaşmıştır. Cumhuriyet'in ilk yıllarında, Türkiye’de katı laikleşme politikaları ve sekulerlesme çerçevesinde dini muhtevali eserler üzerinde sıkı baskılar uygulanmış, Risale-i Nur da bu dönemde yasaklanan kitaplar arasında yer almıştır. Bediüzzaman Said Nursi ve talebeleri, bu dönemde Risale-i Nur’un basımı ve dağıtımı konusunda çeşitli engellemelerle karşılaşmış, hatta yargılanmış ve eserler toplatılmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye’de dinin devlet kontrolü altında düzenlenmesinden sorumlu bir kurumdur. Risale-i Nur, uzun yıllar boyunca bu resmi yapıdan bağımsız olarak, Bediüzzaman Said Nursi'nin talebeleri tarafından yayımlanmış ve dağıtılmıştır.

  • S.topuz

    4.10.2024 03:42:33

    ..."Mühim bir hakikatı, bu hakikat münasebetiyle bu zamanda ehl-i medreseye ve hocalara taalluk eden bir mes'eleyi beyan ediyorum. Şöyle ki: Eski zamandan beri ekser yerlerde medrese taifesi, tekyeler taifesine serfüru' etmiş; yani inkıyad gösterip onlara velayet semereleri için müracaat etmişler. Onların dükkânlarında ezvak-ı imaniyeyi ve envâr-ı hakikatı aramışlar. Hattâ medresenin büyük bir âlimi, tekyenin küçük bir veli şeyhinin elini öper, tâbi' olurdu. O âb-ı hayat çeşmesini tekyede aramışlar. Halbuki medrese içinde daha kısa bir yol hakikatın envârına gittiğini ve ulûm-u imaniyede daha sâfi ve daha hâlis bir âb-ı hayat çeşmesi bulunduğunu ve amel ve ubudiyet ve tarîkattan daha yüksek ve daha tatlı ve daha kuvvetli bir tarîk-ı velayet; ilimde, hakaik-i imaniyede ve Ehl-i Sünnet'in ilm-i Kelâmında bulunmasını, Risale-i Nur Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın mu'cize-i maneviyesiyle açmış göstermiş, meydandadır." Risale-i Nur Külliyatı, Kastamonu - 228

  • S.topuz

    4.10.2024 03:36:26

    ..."Medar-ı hayrettir ki: Mısır, Şam, Haleb, Medine-i Münevvere, Mekke-i Mükerreme allâmeleri ve Diyanet Riyasetinin müdakkik hocaları o Nur mecmualarını tedkik edip hiç tenkid etmeyerek takdir ve tahsin ettikleri halde, iddianameyi aleyhimize toplayan zekâvetli zât; Kur'anı yüzkırk suredir diye acib ve pek zahir bir yanlışı ile ne derece sathî baktığı ve Risale-i Nur bu ağır şerait içinde ve benim gurbet ve kimsesizliğim ve perişaniyetimde ve aleyhimde dehşetli hücumlarla beraber yüzbinler ehl-i hakikata kendini tasdik ettirdiği halde, daha Kur'anın kaç suresi var olduğunu bilmeyen o iddiacı zât "Risale-i Nur Kur'anın tefsirine ve hadîslerin teviline çalışmasıyla beraber bir kısmında okuyanlara bir şey öğretme bakımından ilmî bir mahiyet ve kıymet taşımadığı görülmektedir." diye tenkidi ne derece kanundan, hakikattan, adaletten ve haktan uzak olduğu anlaşılıyor." Risale-i Nur Külliyatı, Şualar - 394

  • S.topuz

    4.10.2024 03:32:13

    "Râbian: Bu işsiz ve muzaaf maddî ve manevî kışta, Medresetü'z-Zehra'nın bir dershanesi olan bu Medrese-i Yusufiyede, öz kardeşten daha müşfik çok hakikî dostlarını ve mürşid gibi uhrevî kardeşleri gayet ucuz ve az masrafla görmek, ziyaret etmek ve onların hususî meziyetlerinden istifade etmek ve şeffaf şeylerde sirayet eden nur ve nuranî gibi hasenelerinden, manevî yardımlarından, ferahlarından, tesellilerinden kuvvet almak cihetinde bu musibet şeklini değiştirir, bir nevi inayet perdesi hükmüne geçer. Evet bu gizli inayetin bir latîf zarafetidir ki, bütün buraya gelen Risale-i Nur talebelerine "Hocalar" namı verilmiş. Herkes lisanında "Hocalar.. hocalar" diye hürmetle yâdediyorlar. Bu zarafet içinde latîf bir işaret var ki; bu hapis medreseye döndüğü gibi, Risale-i Nur şakirdleri dahi birer müderris, muallim ve sair hapishaneler de bu hocaların sayesinde inşâallah birer mekteb hükmüne geçeceklerdir." Risale-i Nur Külliyatı, Şualar - 313 🙌🌹🤲🌹❤☝️🌙

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı