Mübarek Ramazan ayı oruç ayı olduğu gibi, aynı zamanda zekât, hayır, yardımlaşma ve kardeşlik ayı olarak da bilinir.
Zira bu mübarek ayda işlenen iyilik ve sevapların katbekat mükâfatlandırılacağını müjdeleyen Cenâb-ı Hak, Ramazan ayında rahmetini genişletir.
Bediüzzaman Hazretleri Yirmi Dokuzuncu Mektup’ta “Ramazan-ı Şerifteki orucun çok hikmetleri, hem Cenâb-ı Hakk’ın rububiyetine, hem insanın hayat-ı içtimaiyesine, hem hayat-ı şahsiyesine, hem nefsin terbiyesine, hem niam-ı İlâhiyenin şükrüne bakar hikmetleri var” buyuruyor.
Ramazan ayının “hayat-ı içtimaîye”ye en önemli etkilerinden biri yardımlaşma, zekât ve fıtır sadakası vasıtasıyla olur. Zekât ve sadaka ile sosyal dayanışma güçlenir, zengin ve fakir arasında maddî ve manevî köprü kurulur. Sosyal hayat huzur bulur. Toplum hayatı kuvvetlenir.
Cenâb-ı Allah, Kur’ân’da zekât ilgili âyetlerde, zekât vermenin önemi ve verenin değerine dikkat çekiyor.
Bunlardan bazıları:
“Allah’ın dinine yardım edenlere, Allah mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah pek kuvvetli ve izzetlidir. Onları yeryüzüne yerleştirip güçlendirdiğimizde namazı kılarlar, zekâtı verirler.” (Hacc, 22/38-39.)
“Namazı kılın, zekâtı verin, önceden kendiniz için yaptığınız her iyiliği Allah’ın katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızı hakkı ile görür.” (Bakara, 2/110.)
“Onlar, ne ticaret ne de alış verişin kendini Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allâk bullak olduğu bir günden korkarlar.” (Nur, 24/37.)
Peygamber Efendimiz (asm), Fahr-i Kâinat da (asm) zekâtın verilmesi, toplanması ve dağıtılmasına çok önem vermiş, hassasiyet göstermiştir.
ZEKÂT KİMLERE VERİLİR?
Bediüzzaman Said Nursî Münâzarât’ta zekâtla ilgili olarak “Büyük bir çeşme var. Şimdiye kadar su-i istimal ile şûristana dağılmış bazı seele ve aceleye neşvü nema verdi.” (Eski Said Eserleri, Münâzarât, 272.) demektedir.
Sözü şuraya getirmek istiyorum; yarın mübarek Ramazan ayı başlıyor inşallah. Ramazan ayı, oruç, ibadet ile ilgili pek çok sualin yanında zekâtımızı verebileceğimiz kimse veya kuruluşlar hakkında da sorular geliyor. Meselâ; “Acaba cemaate ve cemaatin şahs-ı manevisine ihtiyacı olduğu zaman zekât verilemez mi? Fakir öğrencileri barındıran yurtlara, dershanelere ve kurumlara zekât verilemez mi?” gibi sorular soruyor kardeşlerimiz.
Bediüzzaman Hazretleri, “Bu zamanın cihad-ı manevîsi en büyük cihaddır” buyurarak, zamanımızın en büyük cihadının ilimle, fikirle ve akılla yapılan Kur’ân ve delillerle küfür ve dalâlete karşı mücadele etmek olduğunu belirtiyor.
Asrımızda maddî kılıncın kınına girdiğini söyleyen Bediüzzaman, artık cihadı dininin tahkikî iman şeklinde olacağını da Şuâlar isimli eserinde çok açık ifade etmektedir, şöyle ki: “Lâ ikrahe fid dini kad tebeyyener rüşt” ila ahir devam etmekte olan âyet-i celilesinin tefsirinde, bu kelimenin cifrî ve ebcedî hesabıyla 1350 (1932)’ye işaret ettiğini ve “O tarihte dinî dünyadan tefrikle dinde ikrah ve icbara ve mücahede-i diniye ve din için silâhla cihada muarız olan hürriyet-i vicdan hükümetlerce bir kanun-i esasî ve düstur-u siyasî olup hükümet laik cumhuriyete döner, fakat ona mukabil manevî bir cihad-ı dinî iman-ı tahkikî kılıncı ile olacak. Çünkü dinde rüşt-ü irşad hak ve hakikati gözlere gösterecek derecede kuvvetli bürhanları tebyin ve tebeyyün eden bir nur Kur’ân’dan çıkacak” diye haber verip bir lema-i i’caz gösterir. (Şuâlar, 243.)
Manevî cihad konusunda Yeni Asya Vakfı ve gazetesinin büyük bir seferberliği vardır. Yeni Asya ekolü büyük bir okul ve önemli bir eğitim medresesidir. Risale-i Nur Külliyatı’nın neşri yanında yayınları, dergileri, seminer ve sohbetleri, talebe hizmetleri ile de insanların imanına, ahlâkına ve fikir hayatına, toplumun huzur ve asayişine hizmet etmektedir. Bu hizmetlerini de “Asya’nın bahtının miftahı meşveret ve şûrâdır” prensibi ile meşveret ve şûrâlarla yürütmektedir. Bu hizmetleri, yurt içinde olduğu gibi, yurt dışında da devam etmektedir. Bütün bu hizmetleri aynı zamanda “Manevî Cihad” sayılır.
Yeni Asya Vakfımızda özellikle üniversiteye giden talebeler kalmakta ve vakfımız onlara gerekli olan her türlü yiyecek, barınma, burs gibi hizmetleri vermektedir. Yine Yeni Asya kazanç ve kâr amaçlı kurulan bir müessese değil, özellikle “İman ve Kur’ân Hizmetini” duyurmak, yaymak ve okuyucularının imanına, dinine ve ahlâkına gerek bilgi vererek, gerekse yayınlarla dinî neşriyat yaparak hizmet etmek amacı ile kurulmuştur. Bu amacını da çok zor şartlarda borç-harç ve sıkıntı içinde vermeye çalışmaktadır. Bugün “İman ve Küfür” mücadelesinin en dehşetlisinin manevî olarak yapıldığı bir dönemdeyiz. Yeni Asya “İlây-ı Kelimetullah” için “İman Hizmeti” ile, küfre, dalâlete ve zındıkaya karşı “Manevî Cihadı” en güzel biçimde yapan bir kurumdur.
Şimdi buradaki asıl konu bu gibi yardımları kendine bile hayrı olmayan ve bir kısmını tembelliğe sevk etme ihtimali olan yerler mi, yoksa âl-i himmet ve himmeti milleti olan dinamik bir millete mi sarf edip, en zarurî hizmetler için mi istimal edelim? İşte bugünkü âlem-i İslâm’ın perişâniyetinin sebeplerinin en mühimi budur. Yani İslâm’ın fikir ve ilim namusunu kurtarmaya şiddetle ihtiyaç vardır. Bu da ancak özel hizmetlerle yapılır. Yeni Asya böyle aktif dinamiklere yatırım yapmakla muvazzaftır ve bunun dinimizdeki adı “cihad-ı manevîdir”.
Bunu da samimî ve objektif bütün tecrübeler göstermiştir ki, bu gibi hizmetleri istikametli bir şekilde Yeni Asya camiası yapıyor. Bütün rüzgâr ve kasırgalarla savrulanlar arasında dik durmayı, hakkın hatırını âli tutmayı başarmış, kıt imkânlarıyla hizmetlerine bugüne kadar devam etmiştir. Onun için de bir nevi sırat-ı müstakimin teminatıdır. Zira Üstadımızın sırat-ı müstakim meselesinde İşarat’ül İcaz isimli eserindeki tesbiti şöyledir: “Doğru yol, ancak onların mesleğidir ve mesleklerinin etrafı mahdut ve işlek bir cadde olduğu onlar zulümat-ı beşeriye içinde elmas gibi parladıklarına işarettir. Onları aramaya lüzum yoktur. Onlar herkesin gözü önünde hazır olduklarını temin eden bir uluvv-u şana malikdirler. Onlara iktida imkânının mevcudiyetine ve onların mesleklerinde butlan olmadığına işarettir. Çünkü ferdî olmayan bir meslekte tevâtür vardır, tevatürde butlan yoktur.” (İşaratü’l-İ’caz, s. 25.)
Bu izahat bana âdeta Yeni Asya’yı anlatıyor. Çünkü meşveretle hareket edenler de butlan olmaz ve istikametin de teminatı ancak onlardır demek oluyor. Demek zekât meselesinde de en fazla ihmale uğrayan “Fi sebilillah” meselesindeki bu cemaattir. Âlem-i İslâmın perişâniyetinin de en büyük sebeplerinden ve zekât ehlinin en büyük mesuliyetlerindendir. Bu asırda gerçek cihadın imanî olacağına göre, zekâtın en doğru ve önemli adresi de bu tahkikî iman mücâhitleri olacaktır. Artık “fi sebilillah” maddesinin de en doğru anlayışı budur. O halde bundan sonraki mücahit; şahs-ı vâhidden ziyade şahs-ı manevîdir. Bunun için şahs-ı manevî bir şahsı kendi adına zekât almak için görevlendirmesi yeterlidir.