Bir dostu ziyaret eder gibi gittiğiniz ev.
Heyecan duyarak uyandığınız o sabah, hatıralarla çarpar yüreğinizde..
Bakalım bu defa neler fısıldayacak kulağıma, neler diyecek kalbime.
Merakla eski bir bisikletle düşersin yollara..
Yollar ki, gönül gitmek isteyince kısalır.
Hatıralar ki, hatırlamak isteyince ağaçtaki yemişler gibi ballanır.
Hatırladığınız her bir hatıra eskimemiş yenidir, tadı damağınızdadır.
Sağlı sollu sıralanan o tek katlı evlerden tanıdığınız nice simalar vardır.
Tahvil Beyin çocuğu Mehmet Ali, Mü’mine Hanımın kızı Müzeyyen Abla, Kalaycı Hafız’ın evlâtları Rıfat, Recep ve Rahmi... Her nasılsa o sokağın bir köşesinden saklanmış da sanki çıkar gelirler..
Bir yandan pedalı çevirir, bir yandan duâlar eder, Fatihalar yollarsınız dostlarınızın ardından. Gençliğinizle kucaklaşırsınız.
Mesafelerin tam ortasındaki ve hatıraların tam kalbindeki çınar ağacını da geçerken unutmazsınız. Selâm verirsiniz.
Daha dün meyvesini yediğiniz ağaçlar yine ayaktadır, yine yerindedir.
Ortalıkta pek insan gözükmese de; evlerle, ağaçlarla selâmlaşırsınız.
Bir de hatıralarla…
...
Düşünürsünüz uzun uzun...
Ne yapıyor bu insanlar? Neredeler şimdi kim bilir?
Her biri başka bir âleme taşınmışlar belli ki.
Kalb sığınacak bir liman arar. Oraya buraya bakınır. Bir teselli arar.
Budur işte, hepsi budur.
Dünya ahiretin tarlasıdır.
Tarladakiler akşam olup gitmişlerdir.
Şimdi yenileri iş başındadır.
Akşam olunca, onlar da gidecek.
Kalan yok burada..
Bir gün akşam olur, biz de gideriz.
Ne muazzam bir şeydir bu..
Ne şaşırtıcı bir şeydir şu hafızamız, şu hatıralar şu kalbimiz..
Hele de şu gözyaşımız..
İçimiz nasıl da ferahlar..
Ağlamayı unuttu insanlar..
Ağlayamayanlar dahi ağlar gibi yapsınlar..
Tavsiyesine ne oldu..
Kurudu gözyaşı pınarları kurudu..
Unutamadığım bir söz:
“Güneşin erken doğduğu yere gözyaşı da erken uğrar..
Biz doğuda olduğumuz için daha erken ağlıyoruz.”
Öyle mi acaba?
Böyle miyiz; bunca zulme, onca acıya karşı..
Bir bilmece gibi bu söz, ama yeni bir şeyler söylüyor her defasında..
Bir şey söylemeseydi zaten kalbimizde yer bulmazdı.
...
Aklın hudutlarını zorlayan nice olaylar var.
Bazılarına el atıp değiştirmek istersiniz, ama eliniz yetmez, yaşanan yaşanmıştır.
Anlarsınız...
Yaşamak ölüme doğru yol almaktır.
Hayat ölüme doğru yelken açmaktır.
Anlarsınız...
Dünyaya, gitmek için geldiğimizi görürüz. İstesek de istemesek de…
Hele bu yaşadığımız sokaklar, bu oturduğumuz evler, çok şey söyler insana.
Çok fazla sürmüyor dünyadaki maceramız.
Bir ya da iki nesille beraberiz ancak.
Sonrası yetim-i akran oluyoruz eğer ömrümüz varsa.
Akranlarımızdan bile ayrı düşüyoruz..
Onlarla ancak musallada buluşuyoruz..
Yenileri tanıyamayınca eskilere sığınıyoruz.
Hatıralar imdada geliyor şükür ki..
Bir rahmet olup kuşatıyor her yanımızı.
İşte tam bu anda, ölümün yüzüne güzel güzel bakmaya başlıyor insan.
Eh, ölümün yüzüne güzel bakanın da; ölmeye de yüzü oluyor yani.
Ölümlü bir dünyada yaşadığını bilenin hayatı ölümsüz olur.
Ölümsüzlüğe giden yol ölümden geçer.
Cennet arzusu, yeryüzü bahçelerindeki hiçbir ağacın açamadığı kadar çiçekler açtırır insanın içinde.
“Ebed ebed..” diye inletir. Titrer vücudumuzun bütün hücreleri.
Neye baksa, neye el tatsa tatmin olmaz insan o dem gelince..
Sükûnet buluruz bu sesi duydukça ve dinledikçe...
“Ebed ebed..” ile kalbimiz çarpıp inledikçe..
Sokaklarda, çarşılarda, evlerde ne kadar farklı olursak olalım..
Şöyle bir bakın mezarlıklarda hepimiz aynıyız.
Sonu gelmez zannedilen koşuşturmalar bitmiş ve hırslar dinmiş..
Arzular ve ihtiraslar sönmüş..
Kinler ve düşmanlıklar bitmiş..
Sade bir mezar taşıyla hayatımız noktalanmış..
Gerçi bu işin dış yüzü..
Kabrin toprak üstü manzarası böyle olsa da, toprak altı elbette böyle değildir.
“Dışı sükûn ile zahir, derunu mahşer.” diyor bir şair.
Ne kaldı geriye?
Biriktirdiğin paralar, aldığın eşyalar, hepsi geride kaldı..
Dünyada kazandıkların elinin altında olsundu iyiydi, ama kalbinde yer bulmasındı..
Böyle yaptıysan eğer kazançtasın, kârdasın..
...
Ölüm dünya uykusunun bitişidir. Tatlı bir rüyanın sona erişidir.
Oyun biter, gerçek sahne açılır.
Yaşadıkların ve buradan daha önce gönderdiklerin her ne ise, onlar karşılar seni.
Biriktirdiklerin değil, yanında götürebildiklerin senindir.. Hatıralar bunun için değerlidir.
Geçenlerde bir yazıda okudum. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde Hitit dönemine ait bir tapu sergileniyormuş. Kim bilir o tarla kaç kez el değiştirmiştir.
Hani Yunus’un dediği gibi:
“Mal da yalan mülk de yalan
Var biraz da sen oyalan”
Bu dünyada kalıcı olan tek şey var.
Yanınızda götürebildikleriniz ve ölüm…
Asla yan yana gelmeyen iki elimiz bir gün yan yana gelecek kavuşacak..
Rabbimizin sonsuz rahmeti de inşaallah o gün öyle kucaklar bizi.
İki elin birbirini kucakladığı gibi bizi.
Ah bu hatıralar da olmasa, sanki ölüm bize değil de, başkalarına özgü bir şeymiş gibi algılanacak.
Hatıraların bile yer değiştirdiği bir dünyada, insan misafir olduğunu daha iyi anlıyor.
Ne demeli, şimdi ne etmeli?
Bir evin taşlığında oturup ağlamalı ve düşünmeli.
Ölüm ve insan.
Yakışıyor ikisi birbirine demeli.
Ebediyeti isteyen bir kalp verdiği için Rabbimize şükretmeli.
“Bitmişliğe sigorta, hırsa frendir ölüm.”
-Necip Fazıl Kısakürek
Ne zulümler görüyor bu dünya, ne acılar, ne zulümler…
Gel de “Zalimler için yaşasın cehennem!” deme. Ebedî bir hayatın varlığına can-ı gönülden iman ediyor insan.
...
Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nurları yazmaya başladığında elli yaş civarındaydı.
Mimar Sinan mimarlığa başladığında elli yaşındaydı.
Eyüp Sultan Hazretlerine gelince, o mübarek beldeden İstanbul’a kadar geldiğinde doksan yaşındaydı.
Ömrünün hakkını verenlere selâm olsun..
Ümitsizliğe düşmeyip tebessüm edenlere…
Dünya tarlasının hakkını verenlere selâm olsun.
Bu dünyaya bir şey söylemek ihtiyacını hâlâ duyamayanlara, kabiliyetlerini lüzumsuz yerlerde çar çur edenlere, dar sahalarda öldürenlere, bunlar çok şeyler söylese gerek.
Zevk ve eğlence peşinde kaç saatimiz çöpe gidiyor.
Dünya tarlasında o kadar çalışıp da mahsul alamamak reva mıdır? Çekirdeğini çürütüp doğru ekim yapmayanlara yazık olmuyor mu?
Bu enerjiyi hayırda kullansak dünyanın yüzü cennete döner..
Birileri çalışıyor, biz de gayrete gelelim diye.
Birileri yaraları sarıyor, biz de sızlanmayalım diye.
Birileri tebessüm ediyor, biz de ısınalım diye.
Birileri yeni bir sayfa açıyor hayata, biz de açalım diye.
Ümitsizliğin köküne kibrit suyu dökelim.
Yeni bir hayatın eşiğinde uyanalım.
Yaşımız ne olursa olsun, her bir nefes kâinat kadar değerlidir.
Çünkü o nimeti veren bütün kâinatın sahibidir.
Her nefes Allah’tan bize emanettir.
Değiştirmeye gücün yoksa, değişenleri örnek al. Bazı hayatlar ayna gibidir, yüzünü o hayata döndüğün zaman sen de yeni bir hayat bulacaksın.. Hem de pırıl pırıl..
...
Yaşadığın yerden daha önemli olan bir şey varsa, o da şu an da hayatını nasıl yaşadığındır. Çünkü yaşadığın yerden sorulmayacaksın, yaşadıklarından sorulacaksın..
Aynı gökte uçarlar, ama karganın dünyası başka, kartalın dünyası başka…
Haydi, yeni bir sayfa açmaya, bir kırık gönlün kapısını çalıp hatırlamaya..
...
Hasan Basrî Hazretleri’nin sözüyle bitirelim yazımızı:
“Dünya sana kalsa da sen dünyaya kalmayacaksın.”
Es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ Rasûlallah…
...
Asr-ı Saadetten Bir Hatıra
Ahiret uzakta değil
Allah’ın sevgili elçisi (asm), dünyayı misafirhane, insanı da misafir sayardı.
Bir gün ashabına batmak üzere olan güneşi gösterip şöyle buyurdu:
“Bugünün geçen saatlerine göre kalan saatleri ne kadar kısa ise, dünyanın geçen ömrüne göre kalan ömrü de o kadar kısadır.”
Ya Rab, dersini alanlardan eyle..