09 Temmuz 2014, Çarşamba
Cenâb-ı Hak, bu dünya memleketine imtihan için gönderdiği insanların bedenlerinde misafir ettiği ruha, hayatını devam ettirebilmesi maksadıyla üç kuvve ihsan etmiştir.
Kuvve-i akliye, kuvve-i gadabiye ve kuvve-i şeheviye olarak sayılan bu kuvvelerde; Bediüzzaman Hazretleri, ifrat, tefrit ve vasat olmak üzere üç mertebe bulunduğunu beyan etmektedir.
Yaratılıştan hayvanlarda olduğu gibi, belli bir sınır konulmayan bu kuvvelerin ifrat ve tefritinden, nihayetsiz zulümler meydana gelebilmektedir. Meselâ; kuvve-i akliyenin ifrat mertebesi cerbezedir. Hakkı batıl, batılı hak gösterecek kadar aldatıcı bir zekâya sahip olmaktır. Şeytanî bir zekâ ve dehayı netice veren böyle bir cerbezeden Allah’a sığınmak lâzımdır. Bunun tefriti ve tersi olan mertebe ise gabavettir, geri zekâlılıktır. Hiçbir şeyden haberi olmamaktır. Bundan da Allah’a sığınmak gerektir. Vasat mertebesi hikmettir. Hakkı, hak olarak görüp tabi olmak; batılı, batıl olarak görüp ondan kaçınmaktır. En büyük hidayetin de bu olduğunu Bediüzzaman ifade etmektedir. Kâinatın Efendisi Sevgili Peygamberimiz (asm) de, bunun önemine binaen şu duayı bize öğretmiştir: “Allah’ım! Bize hakkı, hak olarak gösterip ona ittiba etmekle rızıklandır. Batılı da, batıl olarak gösterip ondan içtinap etmekle rızıklandır.”
Müslüman, hikmetle hareket eden, orta yolu takip eden ve ifrat ve tefritten kaçınan kimse demektir. Kur’an ve Sünnete göre hareket eden, Ehl-i Sünnet vel Cemaat âlimlerinin gittiği yolu ve ölçüleri takip edenler; hikmet, adalet ve orta yolu tercih edenlerdir.
Asrımızda, Kur’an ve Sünnet yolunu en güzel ve âdil bir şekilde ortaya koyan, peygamberlik yolunun bu asırda temsilcisi olduğu kuvvetli delillerle ortada olan Bediüzzaman Hazretleri ve Nur Risaleleridir. O, bütün ölçülerinde Kur’an ve Sünneti referans almıştır. Risale-i Nur'un satırlarına bağlı kalındığı sürece, mensupları da hikmetle hareket eder ve vasat yolu tercih ederler. Bir asra yaklaşan Nur Hareketinin serencamına bakıldığında, satıra bağlı kalanların ve Nur Risalelerindeki ölçüleri esas alanların hep istikamette kaldıkları ve doğru yol üzerinde bulundukları görülecektir. Belki ilk zamanlar yanıldıkları sanılsa da, “Zaman dahi büyük bir müfessirdir. Kaydını izhar etse itiraz olunmaz” hakikatince, sonradan haklı oldukları ortaya çıkmıştır. Meselâ; “Bu milletin yüzde altmış yetmişi tam dindar hale gelmedikçe din namına başa geçenler, dini siyasete âlet etmeye mecbur olurlar.” meâlindeki temel prensip gereği din adına ortaya çıkan veya dindar kimliklerin ön planda olduğu partilere, ne kadar şaşaalı olursa olsun taraftar olmadık. Bediüzzaman’ın bu hususta ne kadar haklı olduğu apaçık meydandadır. Dinin en temel meseleleri ve Risale-i Nur meydanlarda siyasete malzeme olarak kullanılıyor.
Keza; 12 Eylül 1980 ihtilâlini avuçları patlayıncaya kadar alkışlayan dindar cemaatlerin ve grupların, bugün mahcubiyetten başka ellerinde bir şey kalmadı.
Keza; 1982 Anayasasına "evet" diyerek oy toplamaya çalılaşanların da, utançtan başka ellerinde bir şey kalmadı. O anayasayı yapanlar dahi bundan kurtulmak lâzım geldiğini söylüyorlar. İleri demokrasiyi içinde barındıran demokratik bir anayasanın yapılmasının şart olduğunu ifade ediyorlar.
Keza; ihtilâl sonrası 1983 genel seçiminde, milletin önüne, seçime girmesine izin verilen üç parti konuldu. Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu siyasi ölçülere uymayan bu üç parti, bizim için ekşi üç kap yemek gibiydi. Demokratik hakkımız olan sandığa gitmemek de yapamazdık. Çünkü sandığa gitmeyene o zaman para cezası vardı. Alınan karar gereği üçüne de mühür basarak oylarımızı iptal ettirdik. Bugün o üç partiden eser kalmadı ve üçü de siyaset mezarlığındaki yerini aldılar.
Keza; hasbi olarak milletin imanını kurtarmak ve kuvvetlendirmekle meşgul olan bir cemaat olarak, iktidar mücadelesi için kıyasıya kavga eden siyasetli cemaatlere olan eşit uzaklıktaki duruşumuzu sürdürmekle orta yolu takip edip, alınan karar gereği bir cenaha taraf olmak gibi bir yanlışa düşmemeye çalışıyoruz.
Keza; cumhurbaşkanlığı seçimi gibi önemli bir meseleyle karşı karşıyayız. İmtihanlar gittikçe inceleşiyor. Bu meseleyi de, umumi meşverette görüşüp inşaallah kararlaştıracağız.
Hülâsa; “Müminin ferasetinden sakınınız. Zira o, Allah’ın nuruyla bakar” hadis-i şerifine göre ve konjonktürel değil, Nur Risalelerindeki ölçülere göre hareket etmek aslî vazifemiz olmalıdır.
Okunma Sayısı: 2126
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.