meşahir-i insaniyenin haberlerini aklen kat’î bürhanlarla
ve kuvvetli hüccetlerle –fikren ve mantıken– yakinî bir su-
rette ispat ederek tasdik edip imza basan milyarlar gelen
geçen muhakkikler,
(HaşİYe)
müçtehitler ve sıddıkînler, bi-
licma mütevatiren nev-i insanın güneşleri, kamerleri, yıl-
dızları olan bu üç cemaat-i azîme ve bu üç taife-i ehl-i ha-
kikat ve beşerin kudsî kumandanları olan bu üç büyük ve
âlî heyetlerin fermanları ile verdikleri haberleri dinleme-
yen ve saadet-i ebediyeye giden onların gösterdikleri yol
olan sırat-ı müstakimde gitmeyenler, yüzde doksan do-
kuz dehşetli tehlike ihtimalini nazara almayan ve bir tek
muhbirin bir yolda tehlike var demesiyle o yolu bırakan,
başka uzun yolda hareket eden bir adam, elbette ve el-
bette vaziyeti şudur ki:
İki yolun, hadsiz muhbirlerin kat’î ihbarlarıyla en kısa
ve kolayı ve yüzde yüz cennet ve saadet-i ebediyeyi ka-
zandıranı bırakıp, en dağdağalı ve uzun ve sıkıntılı ve
yüzde doksan dokuz cehennem hapsini ve şekavet-i
daimeyi netice veren yolunu ihtiyâr ettiği hâlde, dünya-
da iki yolun, bir tek muhbirin yalan olabilir haberiyle,
yüzde bir tek ihtimal tehlike ve bir ay hapis imkânı bulu-
nan kısa yolu bırakıp, menfaatsiz –yalnız zararsız olduğu
için– uzun yolu ihtiyâr eden bedbaht, sarhoş divaneler
gibi dehşetli ve uzakta görünen ve ona musallat olan
ejderhalara ehemmiyet vermez. sineklerle uğraşıyor,
HaşİYe:
o muhakkiklerden tek birisi risale-i nur’dur. Yirmi senedir en
muannit feylesofları ve mütemerrit zındıkları susturan eczaları meydan-
dadır. Herkes okuyabilir ve kimse itiraz etmez.
aklen:
akıl ile, akıl yolu ile, akıl
gereğince.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
bedbaht:
bahtsız, tâli’siz, zavallı.
beşer:
insanlık.
bilicma:
icma ile, birden, ittifakla,
fikir birliğiyle.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cemaat-i azîme:
büyük ve kala-
balık cemaat, topluluk.
dağdağa:
gürültü, beyhude telâş
ve ıztırap.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
divane:
deli, aklı başında olma-
yan, budala, alık.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
ejderha:
korkunç ve hayalî bir
hayvan.
fikren:
fikir ile, düşünerek, zih-
nen.
haşiye:
dipnot.
heyet:
bir topluluğu meydana ge-
tiren kişilerin bütünü, komite.
hüccet:
delil.
ihbar:
haber verme, bildirme, an-
latma, duyurma.
ihtiyar:
seçme, tercih etme.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
kamer:
ay.
kudsî:
mukaddes, yüce.
kumandan:
komutan.
menfaat:
fayda.
meşahir-i insaniye:
insanla-
rın meşhurları.
muhakkik:
tahkik eden, ger-
çeği araştırıp bulan, bir şeyin
iç yüzünü inceleyerek vakıf
olan.
muhbir:
haber veren, haber-
ci.
musallat:
çok rahatsızlık ve-
ren, aşırı derecede sataşan.
müçtehit:
ayet ve hadisler-
den şer’î hükümler çıkarabi-
len, gerekli bütün ehillik şart-
larına sahip olan, geniş ve de-
rin bilgili din âlimi.
mütevatiren:
yalan üzerinde
birleşmeleri aklen mümkün
olmayan bir topluluğun nak-
lettiği haber tarzında, tevatür
yoluyla.
nazar:
bakış, dikkat.
nev-i insan:
insan türü, insa-
noğlu.
saadet-i ebediye:
sonu olma-
yan, sonsuz mutluluk.
sıddıkîn:
sıddıklar, doğru söz-
lü olanlar, samimiyetle iman
etmiş olan ve bunun gereği-
ne tam olarak uyanlar.
sırat-ı müstakim:
hak yol, Al-
lah’ın gösterdiği hidayet yolu.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
şekavet-i daime:
sürekli bed-
bahtlık, sonsuz sıkıntı.
taife-i ehl-i hakikat:
hakikat
yolunda olanlar, gerçek yo-
lunda olanlar grubu.
vaziyet:
durum.
yakinî:
şüphe edilemeyecek
derecede kesin bir şekilde.
MEYVE RİSALESİ
| 318 |
o
n
B
irinci
Ş
ua
Şualar