müdakkikane bir kayıt ve hafîzâne bir kitabet, ancak
mahkeme-i kübrada, umumî bir muhakeme neticesinde,
daimî bir mükâfat ve mücazat için olabilir. Yoksa, o iha-
talı ve inceden ince olan kayıt ve muhafaza, bütün bütün
manasız, faydasız kalır; hikmete ve hakikate münafi olur.
Hem, haşir gelmezse, kader kalemiyle yazılan bu ki-
tab-ı kâinatın bütün muhakkak manaları bozulur ki, hiç-
bir cihet-i imkânı olamaz. Ve o ihtimal, bu kâinatın vü-
cudunu inkâr gibi bir muhal, belki bir hezeyan olur.
Elhâsıl: İmanın beş rüknü, bütün delilleriyle, haşir ve
neşrin vukuuna ve vücuduna ve dâr-ı ahiretin vücuduna
ve açılmasına delâlet edip, isterler ve şahadet edip, talep
ederler.
İşte, hakikat-i haşriyenin, azametine tam muvafık böy-
le azametli ve sarsılmaz direkleri ve bürhanları bulundu-
ğu içindir ki, kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın hemen hemen
üçten birisi haşir ve ahireti teşkil ediyor; ve onu, bütün
hakaikına temel taşı ve üssülesas yapıyor; ve her şeyi
onun üstüne bina ediyor.
[
Mukaddime nihayet buldu
]
Onuncu Şua
Bu Şua, on Beşinci lem’adan itibaren buraya
kadar olan risalelerin fihristidir. Her eserin
kendilerine ait ciltlerin sonlarına derç edilmiştir.
Şualar | 311 |
d
okuzuncu
Ş
ua
rükün:
temel esaslar, şart.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
takdir:
değer biçme.
talep:
isteme, arzu.
umumî:
genel.
üssülesas:
sağlam temel.
vücut:
var olma.
vuku:
meydana gelme.
ahiret:
öbür dünya.
azamet:
büyüklük, yücelik.
bürhan:
delil.
cihet-i imkân:
mümkün ol-
ma yönü.
dâr-ı ahiret:
ahiret yurdu.
delâlet:
delil olma.
delil:
şahit, belge, tanık, kanıt.
elhâsıl:
sonuç olarak.
hafîzâne:
koruyarak.
hakaik:
gerçekler.
hakikat:
gerçek.
hakikat-i haşriye:
yeniden di-
rilme gerçeği.
hakîmâne:
hikmetle.
haşir ve neşir:
toplamak ve
diriltmek, yaymak.
haşir:
ahirette tekrar dirilme,
toplanma.
hezeyan:
saçmalama.
hikmet:
İlâhî gaye.
ihata:
kuşatma.
ihtimal:
olabilirlik.
inkâr:
inanmama.
kader:
İlâhî hüküm, takdir.
kâinat:
varlıklar.
kitabet:
yazı yazma.
kitab-ı kâinat:
kâinat kitabı.
Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan:
açık-
lamalarıyla akılları benzerini
yapmaktan âciz bırakan
Kur’ân-ı Kerîm.
mahkeme-i kübra:
büyük
mahkeme.
mücazat:
ceza.
muhafaza:
koruma.
muhakeme:
değerlendirme.
muhakkak:
gerçek.
muhal:
imkânsız.
muhit:
kuşatan.
mukaddime:
başlangıç, giriş.
mükâfat:
ödül.
münafi:
aykırı.
muvafık:
uygun.
nihayet:
son.