edilip muvaffakıyet gören nev-i benîâdem var. Ve ma-
dem bu mahiyetteki nev-i benîâdem, mizaç ve hilkat iti-
barıyla gayet zayıf ve âciz ve gayet acz ve fakrıyla bera-
ber, hadsiz ihtiyacatı ve teellümatı olduğu hâlde, bütün
bütün kuvvetinin ve ihtiyârının fevkinde olarak, koca kü-
re-i arzı o nev-i insana lüzumu bulunan her nevi maden-
lere mahzen ve her nevi taamlara ambar ve nev-i insa-
nın hoşuna gidecek her çeşit mallara bir dükkân sureti-
ne getiren, gayet kuvvetli ve hikmetli ve şefkatli bir Mu-
tasarrıf var ki, böyle nev-i insana bakıyor, besliyor, iste-
diğini veriyor.
• Ve madem, bu hakikatteki bir rab, hem insanı se-
ver, hem kendini insana sevdirir; hem bâkîdir, hem bâkî
âlemleri var; hem adaletle her işi görür ve hikmetle her
şeyi yapıyor; hem bu kısa hayat-ı dünyeviyede ve bu kı-
sacık ömr-i beşerde ve bu muvakkat ve fânî zeminde, o
Hâkim-i ezelî’nin haşmet-i saltanatı ve sermediyet-i hâ-
kimiyeti yerleşemiyor; ve nev-i insanda vuku bulan ve
kâinatın intizamına ve adalet ve muvazenelerine ve
hüsn-i cemaline münafi ve muhalif çok büyük zulümleri
ve isyanları ve velinimetine ve onu şefkatle besleyene
karşı ihanetleri, inkârları, küfürleri bu dünyada cezasız
kalıp, gaddar, zalim, rahat ile hayatını ve bîçare mazlum,
meşakkatler içinde ömürlerini geçirirler; ve umum kâ-
inatta eserleri görünen şu adalet-i mutlakanın mahiyeti
ise, dirilmemek suretiyle, o gaddar zalimlerin ve me’yus
mazlumların vefat içindeki müsavatlarına bütün bütün
zıttır, kaldırmaz, müsaade etmez.
Şualar | 307 |
d
okuzuncu
Ş
ua
müsavat:
denklik, eşitlik.
mutasarrıf:
tasarruf sahibi olan,
tasarruf eden.
muvakkat:
geçici.
muvazene:
denge.
nev-i benîâdem:
insan cinsi, in-
sanoğlu.
nev-i insan:
insan çeşidi, insan
cinsi, insanoğlu.
ömr-i beşer:
insan ömrü, insan
hayatı.
şefkat:
acıyarak ve esirgeyerek
sevme.
şefkatli:
acıyarak ve esirgeyerek
seven.
sermediyet-i hâkimiyet:
Allah’ın
bütün kâinatta hükmedip idare
etmesinin devamlılığı.
taam:
yemek, aş.
teellümat:
elemler.
velinimet:
nimeti veren.
vuku:
meydana gelme.
zalim:
zulmeden.
zıt:
ters, karşıt.
zulüm:
haksızlık.
âciz:
güçsüz.
acz:
güçsüzlük.
adalet-i mutlaka:
sınırsız, tam
yerinde adalet.
âlem:
dünya, cihan.
ambar:
zahîre ve kuru gıdala-
rı koymaya yarayan büyük
depo.
bâkî:
ebedî, daimî.
fakr:
fakirlik.
fânî:
ölümlü.
gaddar:
acımasız.
hadsiz:
sınırsız.
haşmet-i saltanat:
saltanatın
heybeti.
hayat:
yaşayış.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya
ait olan hayat.
hikmet:
her şeyin belirli ga-
yelere yönelik olarak, manalı,
faydalı ve tam yerli yerinde
olması.
hilkat:
yaratılış.
hüsn-i cemal:
yüz güzelliği.
ihanet:
haksızlık etme.
ihtiyacat:
ihtiyaçlar.
ihtiyar:
seçme, tercih.
inkâr:
reddetme.
intizam:
düzen.
isyan:
baş kaldırma.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı.
küfür:
nimeti inkâr etme.
küre-i arz:
dünya, yer küre.
mahiyet:
asıl, esas, hakikat,
özellik, nitelik.
mahzen:
içinde eşya saklana-
cak yer.
mazlum:
zulme uğramış.
meşakkat:
sıkıntı.
me’yus:
ümitsiz.
mizaç:
huy, tabiat.
muhalif:
uymayan, karşıt.
münafi:
aykırı. zıt.
müsaade:
izin vermek.