o yüz binler sadık elçilerin
(1)
ve o hadsiz doğru dellâl-ı
saltanatın olan enbiya, asfiya, evliyalar, hakkalyakin,
aynelyakin, ilmelyakin suretinde senin uhrevî rahmet
hazinelerine âlem-i bekadaki ihsanatının definelerine ve
dâr-ı saadette tamamıyla zuhur eden güzel isimlerinin
harika güzel cilvelerine şahadetleri hak ve hakikattir; ve
işaretleri doğru ve mutabıktır; ve beşaretleri sadık ve va-
kidir; ve onlar bütün hakikatlerin mercii ve güneşi ve ha-
mîsi olan Hak isminin en büyük bir şuaı, bu hakikat-i ek-
ber-i haşriye olduğunu iman ederek, senin emrinle, se-
nin ibadına hak dairesinde ders veriyorlar ve ayn-ı haki-
kat olarak talim ediyorlar.
Yâ Rab!
Bunların ders ve talimlerinin hakkı ve hürmeti için, bi-
ze ve risale-i nur talebelerine iman-ı ekmel ve hüsn-i
hatime ver. Ve bizleri onların şefaatlerine mazhar eyle.
Âmin.
Hem, nasıl ki kur’ân’ın, belki bütün semavî kitapların
hakkaniyetini ispat eden umum deliller ve hüccetler; ve
Habibullahın, belki bütün enbiyanın nübüvvetlerini ispat
eden umum mu’cizeler ve bürhanlar, dolayısıyla, en bü-
yük müddeaları olan ahiretin tahakkukuna delâlet eder-
ler. Aynen öyle de, Vacibü’l-Vücud’un vücuduna ve vah-
detine şahadet eden ekser deliller ve hüccetler, dolayısıy-
la, rububiyetin ve ulûhiyetin en büyük medarı ve mazha-
rı olan dâr-ı saadetin ve âlem-i bekanın vücuduna, açıl-
masına şahadet ederler. Çünkü, gelecek makamatta be-
yan ve ispat edileceği gibi, zat-ı Vacibü’l-Vücud’un hem
âlem-i beka:
sonsuzluk âlemi, ahi-
ret.
âmin:
“Yâ Rabbi! Öyle olsun, ka-
bul eyle!.
asfiya:
tuttuğu yol doğru olan
kimseler.
aynelyakin:
gözle görür derece-
de.
ayn-ı hakikat:
gerçeğin tâ kendi-
si.
beşaret:
müjdeleme.
beyan:
açıklama.
bürhan:
delil.
cilve:
yansıma, görüntü.
dâr-ı saadet:
mutluluk yeri, cen-
net.
define:
kıymetli eşya.
delâlet:
işaret.
delil:
yol gösteren.
dellâl-ı saltanat:
saltanatın ilân-
cısı.
ekser:
daha çok.
enbiya:
peygamberler.
evliya:
erenler, velîler, ulular.
Habibullah:
Allah’ın sevgilisi, Hz.
Muhammed
hak:
doğru, hakkaniyet ve doğru-
luk.
hakikat:
gerçek.
hakikat-i ekber-i haşriye:
haşrin
en büyük gerçeği.
hakkalyakin:
bizzat yaşayarak ke-
sin bilgi edinme.
hakkaniyet:
adalete uygunluk.
hamî:
himaye eden.
harika:
olağanüstü.
hüccet:
delil.
hürmet:
haysiyet ve şeref, saygı.
hüsn-i hatime:
hayırlı ve iyi son.
ibad:
kullar.
ihsanat:
nimetler.
ilmelyakin:
kesin bilgiye dayana-
rak, kuşkuya yer bırakmayacak
biçimde öğrenme.
iman-ı ekmel:
en mükemmel
iman.
ispat:
doğrulayan, doğruyu orta-
ya koyma, kanıtlama, doğrulama.
makamat:
makamlar.
mazhar:
kavuşma; nail olmuş, nail
olma.
medar:
dayanak noktası.
merci:
müracaat edilecek yer.
mu’cize:
Allah tarafından verilip,
yalnız peygamberlerin göste-
rebilecekleri büyük harika iş.
müddea:
iddia edilen şey.
mutabık:
uygun.
nübüvvet:
peygamberlik.
rahmet:
acıma, merhamet et-
me.
rububiyet:
rablık.
sadık:
doğru.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
şefaat:
uhrevî yardım.
semavî kitaplar:
Allah tara-
fından inen kitaplar.
şua:
ışık.
tahakkuk:
gerçekleşme.
talim:
öğretme ve öğrenme.
uhrevî:
ahirete ait.
ulûhiyet:
ilâhlık.
umum:
bütün.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zarurî
ve zatî olan Allah.
vahdet:
birlik.
vaki:
olmuş.
vücut:
var olma, var oluş.
yâ rab:
ey Rabbimiz.
Zat-ı Vacibü’l-Vücud:
varlığı
mutlaka gerekli olan zat, Ce-
nab-ı Allah.
zuhur:
meydana çıkma.
1.
Yüz yirmi dört bin enbiya olduğuna dair bkz. Hâkim, Müstedrek, 2:652; İbni Sa'd, Tabakatü'l-
Kübra, 1:32; İbni Hibban, Sahih, 2:77; Müsned, 5:265-266; Taberanî, Mu'cemü'l-Kebir, 8:217;
Veliyyüddin Tebrizî, Mişkâtü'l-Mesabih, 3:122.
d
okuzuncu
Ş
ua
| 304 | Şualar