veriyorlar ve bilittifak beraber, pek ciddî ve kat’î diyorlar
ki: “eğer o evvelki heyetin sizi tecrübe için verilen hedi-
yelerini alsanız, yeseniz, bu gözümüz önündeki şu dara-
ğaçlarda, başka gördükleriniz gibi asılacaksınız. eğer bi-
zim, bu memleket hâkiminin fermanıyla getirdiğimiz he-
diyeleri evvelkinin yerine kabul edip ve terbiyenameler-
deki duaları ve evratları okusanız, o asılmaktan kurtula-
caksınız. o piyango dairesinde, ihsan-ı şahane olarak,
her biriniz milyon altın biletini alacağınızı, görür gibi ve
gündüz gibi inanınız. eğer o haram ve şüpheli ve zehirli
tatlıları yeseniz, asılmaya gittiğiniz zamana kadar dahi o
zehirin sancısını çekeceğinizi, bu fermanlar ve bizler müt-
tefikan size kat’î haber veriyoruz” diyorlar.
İşte bu temsil gibi, her vakit gördüğümüz ecel darağa-
cının arkasında mukadderat-ı nev-i beşer piyangosundan
ehl-i iman ve taat için, hüsn-i hatime şartıyla, ebedî ve tü-
kenmez bir hazinenin bileti çıkacağını; yüzde yüz ihtimal
ile, sefahat ve haram ve itikatsızlık ve fıskta devam eden-
ler, tevbe etmemek şartıyla, ya idam-ı ebedî –ahirete
inanmayanlara– veya daimî ve karanlık haps-i münfe-
rit –beka-i ruha inanan ve sefahatte gidenlere– ve şeka-
vet-i ebediye ilâmını alacaklarını yüzde doksan dokuz ih-
timal ile kat’î haber veren, başta ellerinde nişane-i tasdik
olan hadsiz mu’cizeler bulunan yüz yirmi dört bin
peygamberler
(1)
ve onların verdikleri haberlerin izlerini ve
sinemada gibi gölgelerini keşif ile, zevk ile görüp tasdik
ederek imza basan yüz yirmi dört milyondan ziyade
evliyalar (kaddesallahü esrarehüm) ve o iki kısım
Şualar
o
n
B
irinci
Ş
ua
| 317 |
MEYVE RİSALESİ
hükümdar.
haps-i münferit:
ehl-i dalâlet için
ölüm ve kabir.
haram:
İslâmiyetçe yasaklanan iş-
ler.
hazine:
zengin ve değerli kaynak.
hüsn-i hatime:
iman ile ahirete
gitmek, Kelime-i Şahadet söyle-
yerek ölmek.
idam-ı ebedî:
dirilmemek üzere
yok oluş, ahiret inancı olmadığı
için ölümü ebedî yokluğa gitmek
olarak görme.
ihsan-ı şahane:
padişahın ihsanı,
padişahın lütfu, padişahın ikramı,
padişahın hediyesi.
ihtimal:
olabilirlik.
ilâm:
belge, bildiri.
itikat:
kesin inanma, iman.
kaddesallahü esrarehüm:
sırları,
hakikatleri muazzez ve müşerref
olsun.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
keşif:
Allah tarafından ilham edil-
me, kalp gözüyle görme.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların âciz kaldığı şey.
mukadderat-ı nev-i beşer:
insa-
noğlunun mukadderatı, insanoğ-
lunun önceden takdir edilmiş ba-
şına gelecekler.
müttefikan:
ittifak ederek, hep
beraber, birlikte.
nişane-i tasdik:
doğruluğunu, ka-
bul edilirliğini gösteren alâmet,
belirti.
peygamber:
Allah tarafından ha-
ber getirerek İlâhî emir ve yasak-
ları insanlara tebliğ eden elçi, ne-
bî.
sefahat:
zevk, eğlence ve yasak
şeylere düşkünlük, sefihlik.
şekavet-i ebediye:
ebedî, sonsuz
sıkıntı ve işkence, bitmeyen azap.
taat:
itaat etme, boyun eğme,
emre uyma.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
temsil:
misal getirme, özellikle
öğüt alınsın diye mesel anlatma.
tevbe:
işlenmiş bir günahtan piş-
manlık duyup bir daha işleme-
mek üzere söz verme.
ziyade:
çok, fazla,
ahiret:
dünya hayatından son-
ra başlayıp ebediyen devam
edecek olan ikinci hayat.
beka-i ruh:
ruhun ebedîliği,
sonsuzluğu, ölümsüzlüğü.
bilittifak:
ittifakla, beraberce,
el birliğiyle.
daimî:
sürekli, devamlı.
darağacı:
idama mahkûm
olanların asıldıkları sehpa, dâr.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
ecel:
her canlının Allah tara-
fından takdir edilen ölüm vak-
ti.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
evliya:
velîler, Allah dostları.
evrat:
virtler, okunması âdet
olan dinî dualar.
ferman:
emir, buyruk.
fısk:
hak yoldan veya hak yo-
lundan çıkma, Allah’a karşı is-
yan etme.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâkim:
memleketi idare eden,
1.
Müsned, 5:178, 179, 246; Zâdü’l-Meâd, 1:43-44.