Ben, o eskişehir Hapishanesindeki müşahede ile meş-
gul iken sefahat ve dalâleti terviç eden bir şahs-ı manevî,
insî bir şeytan gibi karşıma dikildi ve dedi:
“Biz hayatın her bir çeşit lezzetini ve keyiflerini tatmak
ve tattırmak istiyoruz; bize karışma.”
Ben de cevaben dedim:
“Madem lezzet ve zevk için ölümü hatıra getirmeyip
dalâlet ve sefahate atılıyorsun, kat’iyen bil ki, senin dalâ-
letin hükmüyle, bütün geçmiş zaman-ı mazi ölmüş ve ma-
dumdur ve içinde cenazeleri çürümüş bir vahşetli meza-
ristandır. İnsaniyet alâkadarlığıyla ve dalâlet yoluyla senin
başına ve varsa ve ölmemiş ise kalbine, o hadsiz firaklar-
dan ve o nihayetsiz dostlarının ebedî ölümlerinden gelen
elemler, senin şimdiki sarhoşça pek kısa bir zamandaki
cüz’î lezzetini imha ettiği gibi; gelecek istikbal zamanı da-
hi, itikatsızlığın cihetiyle yine madum ve karanlıklı ve ölü
ve dehşetli bir vahşetgâhtır. Ve oradan gelen ve başını
vücuda çıkaran ve zaman-ı hâzıra uğrayan bîçarelerin baş-
ları ecel cellâdının satırıyla kesilip hiçliğe atıldığından, mü-
temadiyen akıl alâkadarlığıyla senin imansız başına had-
siz elim endişeler yağdırıyor. senin sefihâne cüz’î lezzeti-
ni zirüzeber eder.
eğer dalâleti ve sefahati bırakıp iman-ı tahkikî ve
istikamet dairesine girsen, iman nuruyla göreceksin ki: o
geçmiş zaman-ı mazi madum ve her şeyi çürüten bir
mezaristan değil, belki mevcut ve istikbale inkılâp eden
nuranî bir âlem ve bâkî ruhların istikbaldeki saadet
Şualar
o
n
B
irinci
Ş
ua
| 321 |
MEYVE RİSALESİ
kullanan kimse.
terviç:
revaç verme, kıymet ve
değerini arttırma.
zaman-ı mazi:
geçmiş zaman.
âlem:
dünya, cihan.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve
kalıcı olan.
cevaben:
cevap olarak, karşı-
lık şeklinde.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, azmak, doğru yol-
dan ayrılma, azma, batıla yö-
nelme.
hüküm:
hâkimiyet, hâkim ol-
ma.
inkılâp:
bir hâlden başka bir
hale geçme, değişme, dönüş-
me.
insî:
insan cinsinden.
istikbal:
gelecek zaman.
kat’iyen:
kat’î olarak, kesin
olarak, kesinlikle.
madem:
... -den dolayı, böyle
ise.
madum:
yok olan, mevcut ol-
mayan, bulunmayan.
meşgul:
bir işle uğraşan, iş
görmekte olan kimse.
mevcut:
var olan, bulunan,
olan.
mezaristan:
mezarlık.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
saadet:
mutluluk.
sefahat:
zevk, eğlence ve ya-
sak şeylere düşkünlük, sefih-
lik.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs;
belli bir şahıs olmayıp, kendi-
sine bir şahıs gibi muamele
edilen şirket, cemaat, cemi-
yet gibi ortaklıklar; belli bir ki-
şi olmayıp bir cemaatten mey-
dana gelen manevî şahıs.
şeytan:
zeki, kurnaz olan, bu
zekiliğini kötülük yapmakta