korkular ve endişeler, senin cüz’î lezzetini hiçe indirir, lez-
zet cihetinde yüz derece hayvandan aşağı düşürür. Ma-
dem hakikat budur. Ya aklını çıkar at, hayvan ol kurtul;
veya aklını imanla başına al, kur’ân’ı dinle, yüz derece
hayvandan ziyade bu fânî dünyada dahi safî lezzetleri ka-
zan” diyerek onu ilzam ettim.
Yine o mütemerrit şahıs döndü, dedi:
“Hiç olmazsa ecnebi dinsizleri gibi yaşarız.”
Cevaben dedim:
“ecnebi dinsizleri gibi de olamazsın. Çünkü onlar, bir
peygamberi inkâr etse, diğerlerine inanabilirler. peygam-
berleri bilmese de, Allah’a inanabilir. Bunu da bilmese,
kemalâta medar bazı seciyeleri bulunabilir. Fakat, bir
Müslüman, en ahir ve en büyük ve dini ve daveti umumî
olan Ahirzaman peygamberi Aleyhissalâtü Vesselâmı in-
kâr etse ve zincirinden çıksa, daha hiçbir peygamberi,
hatta Allah’ı kabul etmez. Çünkü bütün peygamberleri ve
Allah’ı ve kemalâtı onunla bilmiş. onlar, onsuz kalbinde
kalmaz. Bunun içindir ki, eskiden beri her dinden İslâmi-
yet’e giriyorlar; ve hiçbir Müslüman, hakikî Yahudî veya
Mecusî veya nasranî olmaz, belki dinsiz olur. seciyeleri
bozulur; vatana, millete muzır bir hâlete girer.”
İspat ettim; o muannit ve mütemerrit şahsın daha tu-
tunacak bir yeri kalmadı. kayboldu, cehenneme gitti.
ahirzaman:
dünyanın son zama-
nı ve son devresi, dünya hayatı-
nın kıyamete yakın son devresi.
ahir:
son.
aleyhissalâtü vesselâm:
‘salât ve
selâm onun üzerine olsun’ anla-
mında Hz. Muhammed’e dua.
davet:
çağrı.
ecnebi:
yabancı, başka millet-
ten olan.
fânî:
ölümlü, geçici.
hakikî:
gerçek.
hâlet:
hâl, durum.
ilzam:
susturma, cevap vere-
mez hâle getirme.
inkâr:
reddetme, inanmama,
kabul ve tasdik etmeme.
İslâmiyet:
Müslümanlık, se-
mavî dinlerin sonuncusu.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
kemalât:
faziletler, kemaller,
olgunluklar, mükemmellikler.
Kur’ân:
Allah tarafından va-
hiy yoluyla Hz. Muhammed’e
indirilmiş, semavî kitapların
sonuncusu.
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
Mecusî:
ateşe tapan, Zerdüşt
dinini benimseyen, bu dinle
ilgili olan, Zerdüştî.
medar:
sebep, vesile.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
muzır:
zararlı, zarar veren.
Müslüman:
İslâm dinine bağ-
lı, dindar, mütedeyyin.
mütemerrit:
temerrüt eden,
inatçı, kötü fiilinde inatlaşan.
Nasranî:
İsevî, Hristiyan.
peygamber:
Allah tarafından
haber getirerek İlâhî emir ve
yasakları insanlara tebliğ eden
elçi, nebî.
safî:
saf olan, katışıksız, duru.
seciye:
iyi huy, karakter.
şahıs:
kişi, kimse, fert.
umumî:
herkese ait, genel.
Yahudî:
Hz. Yakup’un oğlu Ya-
huda’ya mensup olanlar, İsra-
iloğulları.
ziyade:
çok, fazla.
MEYVE RİSALESİ
| 324 |
o
n
B
irinci
Ş
ua
Şualar