CENGİZ (1155-1227):
Moğol İmparatorluğunun kurucusu ve ilk hükümdarıdır. Asıl adı Timuçin’dir.
Tarihin kaydettiği en zalim hükümdar ve kan dökücülerden biridir. Ünlü tarihçi İbnü’l-Esir, onun yap-
tıkları için, “Keşke annem beni doğurmasaydı da tüyler ürpertici zulüm ve katliamları görmeseydim”
ifadelerine yer verir. Risale-i Nur’da kendisinden, ayet ve hadislerin işaretiyle “deccal” olarak söz edi-
lip, Müslümanlar arasında hükmedecek üç deccalden biri olarak tarif edilmektedir. Kan üzerine kurduğu
büyük imparatorluğu, ölümünden hemen sonra parçalandı. Timuçin, 1155 yılında Sibirya bölgesinde-
ki Onon Nehri kıyısında bulunan Deliün Boldok’da doğdu. Babası Yesügay Bahadır, annesi Houlen Ece’dir.
Henüz on iki yaşında iken babasını kaybetti. Bundan sonra uzun süren sıkıntılı olayları arka arkaya ya-
şadı. Önce babasına tabi olan kabileler tarafından terk edildiler. Diğer taraftan baskılara maruz kaldılar.
Nişanlısı esir alınarak Ong Han’a hediye edildi. Aile balıkçılık ve avcılık yaparak geçimini sağladı. On
üçüncü asrın başından itibaren toparlanan ve etrafına önemli kuvvetler toplayan Timuçin, düşmanları
ile yaptığı savaşları kazanmaya ve giderek güçlenmeye başladı. Karakurum’da ilk Moğol devletini kur-
du (1205). Cahil ve vahşi Moğol ve Tatarlardan, işi gücü yağmacılık olan büyük bir ordu meydana getirdi.
Moğolistan’ın etrafındaki ülkelere saldırmaya başladı. 1206 yılında; cihan hükümdarı, güçlü, mükem-
mel savaşçı anlamına gelen “Cengiz” unvanını aldı ve kağan ilan edildi. Tüm bozkır kavimlerini
egemenliği altında topladı. Topraklarını genişleterek Müslümanların yaşadığı alanlara saldırmaya baş-
ladı. Cengiz, çok geniş bir alanı işgal ve yağmaladıktan sonra 1225 yılında Moğolistan’daki karargâhına
döndü. Hastalanınca oğullarını toplayarak vasiyette bulundu. Bu vasiyete göre; kendisinden sonra Öge-
dey kağan olacak, Çağatay yasa işlerinden sorumlu olacak, Tuluy’da ordu kumandanlığını yapacaktı.
1227 yılında öldü ve Moğolistan’ın kuzeydoğusundaki Burhan Haldun denilen yere gömüldü.
CEYlÂN:
Ceylân Çalışkan 1929’da Emirdağ’da doğdu. Babası Üstadın “Çalışkanlar Hanedanı” olarak
andığı Mehmet Çalışkan’dır. Üstat 1944 yılında Emirdağ’a geldiğinde bütün Çalışkan ailesi kendisine hiz-
mete koştu. Ceylân Çalışkan çok küçük yaşlarda Üstada hem manevî bir evlât, hem de bir talebe oldu.
Üstatla beraber 1948 yılında Afyon hapsine girdi. Üstat, Ceylân Çalışkan için övgülerle bahsetmektedir.
Onun için, “Ceylân kabiliyetli bir genç. Dünya işini de yapar, ahiret işini de. Fakat onu dünyaya verme-
yeceğim” diyen Bediüzzaman bir gün ona, “Ceylân, senin hayatın uhrevîdir. Eğer dünyevî olsa pek
azdır!” demiştir. Ceylân Çalışkan 1963 yılında 34 yaşında İstanbul’da trafik kazası sonucu vefat etmiş-
tir.
CÜNEYD-İ BaĞDaDî (ö.297/909):
Künyesi, Ebü’l-Kasım Cüneyd bin Muhammed el-Hazzaz el-Kava-
rir’dir. Künyesinde geçen Hazzaz lakabı, kendisinin ipek ticaretiyle uğraşmasından; Kavarir lakabı da
ailesinin cam ticaretiyle iştigal etmelerinden dolayı verilmiştir. Nihavend asıllı bir ailenin çocuğu olan
Cüneyd Bağdat’ta doğmuş olup, doğum tarihi bilinmemektedir. Doğduğu beldede yaşayarak burada-
ki insanlara hizmet etti. Eğitime küçük yaşlarda başladı. Bölgenin ünlü alimlerinden fıkıh ve hadis olmak
üzere muhtelif dersler aldı. İmam-ı Şafii’nin talebelerinden olan Ebu Sevr el-Kelbi’den fıkıh, tefsir, ha-
dis, kelam derslerini aldı. İlim ve tasavvuf ehlinden ileri gelenlerin sohbetlerine katılan, çevresindeki
tasavvuf ehlinin etkisinde kalarak tasavvufa meyleden Cüneyd’e, ünlü alimlerden hocası ve aynı za-
manda dayısı olan Seri es-Sakati önce şer’i ilimleri öğrenmesini, daha sonra sufiliğe yönelmesini tavsiye
etti. Hocalarından Ebu Sevr’in derslerinde büyük başarı ve maharet kesbeden Cüneyd, daha yirmi ya-
şında iken fıkıh ilminde fetva verecek seviyeye yükseldi. Şer’i ilimlere gösterdiği alaka ve sağladığı
başarı kısa zamanda çevresindekilerin dikkatini çekti. Mütevazi kişiliğinden dolayı “hal ile ilmi Cüneyd
kadar mükemmel bir şekilde kendisinde birleştiren başka bir sufinin görülmediği” yorumları yapılmış-
tır. İrşaddaki üstün kabiliyetinden dolayı, zamanın mutasavvıfları tarafından “seyyidü’l-taife” olarak
tanındı. Son nefesine kadar dini vecibelerini yerine getirmede hassas davranan Cüneyd, zikir ile meş-
gul olduğu bir esnada ebedi aleme göçtü.
Ş
ahıS
B
ilgileri
| 1256 | Şualar