man Hazretleri, “O esaret hadisesinin aslı doğrudur. Fakat şahidim olmadığından tafsilen beyan etme-
miştim. Yalnız bir manganın beni idam etmek için geldiğini biliyordum, sonra anladım” demiştir.
aBDurraHMaN:
Yirmi altı yaşında vefat eden Abdurrahman, Bediüzzaman Hazretlerinin ağabeyi
Molla Abdullah’ın oğludur. Onun bu kadar genç yaşta vefatı Bediüzzaman’ı çok üzmüştür. O kadar ki,
Bediüzzaman onu unutamadığını risalelerde ifade etmiştir. Sonraki bazı talebelerini (Zübeyir Gündü-
zalp, Hulûsi Yahyagil gibi) onun ismi ile de yad ederek anmıştır: ikinci Abdurrahman gibi... Bediüzzaman
Hazretleri onu, “manevî evlât” sıfatı ile yad etmiş, cesaret ve zekâvetini övmüştür. Ayrıca Risale-i Nur’da
ondan, diğer üstün vasıflarını da sayarak bahsetmiştir. Bu bahisler, özellikle Yirmi Altıncı Lem’anın On
İkinci Ricasında yer almaktadır. Bediüzzaman Hazretleri ile yeğeni Abdurranman arasındaki ilişki bu
bölümde ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır. Abdurrahman, Bediüzzaman Hazretlerinin Eski Said dö-
nemindeki en yakın talebesi olmakla birlikte, şahsî hizmetlerini de yapmıştır.
aBDÜlKaDİr-İ GEYlÂNî (GaVS-ı aZaM):
Abdülkadir-i Geylânî. (ö. 561/1165-66) Kadiriye tarikati-
nin kurucusu. 470’te (1077) Gilân eyalet merkezine bağlı Neyf köyünde doğan Geylânî’nin babası, Ebu
Salih Mûsa’nın dindar bir kimse olduğu bilinmekle birlikte, devrin tanınmış sûfîlerinden Ebu Abdullah
Savmai’nin kızı olan annesi Ümmü’l-Hayır Emetü’l-Cebbar Fatıma’nın da kadın velîlerden olduğu kabul
edilir. Küçük yaşta annesini kaybeden Abdülkadir, dedesi Savmaî’nin himayesinde büyür ve tahsiline
devrin ilim ve kültür merkezi olan Bağdat’ta devam eder. Orada, Ebu Galip bin Bakıllânî, Cafer es-Ser-
rac, Ebu Talip bin Yusuf gibi âlimlerden hadis; Ebu Said Muharrimî, Ebu Hattab gibi hukukçulardan fıkıh;
Zekeriya-i Tebrizî gibi dilcilerden de dil ve edebiyat öğrenimi görür. Kısa zamanda usul ve füru ve mez-
hepler konusunda geniş bilgi sahibi olur ve Ebu’l-Hayır Muhammed bin Müslim Debbas vasıtasıyla
tasavvufa intisap eder. Bağdat’a gittiği zaman mensup olduğu Şafiî mezhebini bırakarak mizacına da-
ha uygun gelen Hanbelî mezhebine giren Abdülkadir-i Geylânî, hayatının sonuna kadar her iki mezhebe
göre fetva vermiş, ancak yaşadığı dönemde Hanbelîlerin imamı olmuş ve bundan dolayı kendisine
“Muhyiddin” (dini ihya eden) ünvanı verilmiştir.
aBDÜlKaHİr-İ CÜrCaNî:
(ö.471/1078-79) Arap dil bilgini ve edebiyat nazariyatçısı. Ortaçağın önemli
kültür merkezlerinden biri olan Cürcan’da doğan Cürcanî, Arap dil bilgisini, meşhur âlim Ebu Ali Fari-
si’nin yeğeni ve talebesi Ebü’l-Hüseyin Muhammed bin Hasanü’l-Farisi’den okudu. Dilin bütün
inceliklerine vakıf olan Cürcanî, dili özellikle nahvî bir “Arap mantığı” niteliğinde ele alması sebebiyle
şöhret buldu. Bu özelliğiyle “İmamü’n-nühat” (büyük dil bilgini) diye tanınır ve “Belâgat Şeyhi” ünva-
nıyla anılır. Cürcanî’nin belâgat konusundaki görüşleri, Kur’ân’ın i’cazı etrafında geliştirilen tartışmalara
dayanır. O, kelâm ilminin önemli konularından biri olan nübüvvet bahsini doğrudan ilgilendiren i’caz
meselesi ile nazım görüşünü dil açısından ele alıp incelemiştir. Eserleri: Esrarü’l-Belâgat; Delâilü’l-İ’caz;
Risaletü’ş-Şafiye; Avamilü’l-Mi’e; Kitabül-Müktesid fi Şerhi’l-İzah; Tetimme fi’n-Nahv; Kitab-ı Tasrif.
aBDÜlMECİD NurSî:
Abdülmecid Ünlükul (Nursî) 1884-1967. Bediüzzaman’ın kardeşi, İşaratü’l-İ’caz
ve Mesnevî-i Nuriye’yi Arapçadan Türkçeye çeviren mütercimdir. Abdülmecid, 1884 yılında Bitlis’in Hi-
zan kazasının İsparit nahiyesine bağlı Nurs köyünde doğdu. İlk eğitimini burada aldı. Nurs köyünden
sonra Arvas’ta eğitimine devam etti. Buradan ayrıldıktan sonra (1900) Van’a gitti. Abdülmecid, Birinci
Dünya Savaşının başlaması üzerine Bediüzzaman’ın idaresinde savaşa katıldı. Abdülmecid, Rusların hü-
cumundan ve istilâsından kurtulan bazı akrabaları ile birlikte Van’dan ayrılarak Diyarbakır üzerinden
Şam’a gitti. Üç yıl burada kaldıktan sonra 1917 yılında Diyarbakır’a geri döndü. Abdülmecid Diyarba-
kır’da bulunan Askeri Rüştiyede Arapça öğretmenliğini yaptı ve tekrar (1920) Van’a döndü.
Bediüzzaman’ın kendisine tevdi ettiği eserlerinden İşaratü’l-İ’caz ile Mesnevi-i Nuriye’yi Arapçadan
Türkçeye tercüme etti. Bu eserlerden talebelerine dersler okuttu. Diğer taraftan hayatında çok büyük
iz bırakan evlât acısını burada tattı. Üniversitede okuyan ve gelmesini dört gözle beklediği oğlu Fuat’ın
Ş
ahıS
B
ilgileri
| 1248 | Şualar