oldu¤unu gördüm.
1
p
¿Én
Á/
’r
G p
Qƒo
f '
¤n
Y !o
ór
ªn
r
?n
G
diyerek
2
p
Qƒt
ædG n
‹p
G p
äÉn
ª o
? t
¶dG n
øp
e r
ºo
¡o
Lp
ôr
îo
j Gƒo
æ n
e'
G n
øj/
ò s
dG t
?p
dn
h *n
G
ayet-i ke-
rimesini okudum, o vak›adan ay›ld›m.
‹flte, o iki da¤ mebde-i hayat, ahir-i hayat, yani âlem-i
arz ve âlem-i berzaht›r. O köprü ise hayat yoludur. O sa¤
taraf ise geçmifl zamand›r. Sol taraf ise istikbaldir. O cep
feneri ise, hodbin ve bildi¤ine itimat eden ve vahy-i se-
mavîyi dinlemeyen enaniyet-i insaniyedir. O canavarlar
zannolunan fleyler ise, âlemin hâdisat› ve acip mahlûka-
t›d›r. ‹flte enaniyetine itimat eden, zulümat-› gaflete dü-
flen, dalâlet karanl›¤›na müptelâ olan adam, o vak›ada
evvelki hâlime benzer ki, o cep feneri hükmünde nak›s
ve dalâletâlûd malûmat ile, zaman-› maziyi bir mezar-›
ekber suretinde ve ademâlûd bir zulümat içinde görüyor.
‹stikbali gayet f›rt›nal› ve tesadüfe ba¤l› bir vahfletgâh
gösterir; hem, her birisi bir Hakîm-i Rahîm’in birer me-
mur-u musahhar› olan hâdisat ve mevcudat› muz›r birer
canavar hükmünde bildirir,
p
Qƒt
ædG n
øp
e r
ºo
¡n
fƒo
Lp
ôr
îo
j o
äƒo
ZÉ s
£dG o
ºo
goD
hÉn
«p
dr
hn
G BGho
ôn
Øn
c
n
øj/
ò s
dGn
h
3
p
äÉn
ªo
? t
¶dG n
‹p
G
hükmüne mazhar eder.
E¤er hidayet-i ‹lâhiye yetiflse, iman kalbine girse,
nefsin firavuniyeti k›r›lsa, kitabullah› dinlese, o vak›ada
ikinci hâlime benzeyecek. O vakit, birden, kâinat bir
gündüz rengini al›r, nur-u ‹lâhî ile dolar; âlem,
SÖZLER | 499
Y
‹RM‹
Ü
ÇÜNCÜ
S
ÖZ
ti.
canavar:
korkunç yarat›k.
dalâlet:
do¤ru yoldan ayr›lma.
dalâletâlûd:
hak yoldan uzaklafl-
m›fl, sap›kl›¤a bulaflm›fl.
dua:
Allah’a yalvarma.
enaniyet:
benlik, gurur.
enaniyet-i insaniye:
insan›n sa-
dece kendine güvenmesi.
evvel:
önce.
firavun:
kibirli, gururlu ve inatç›
(adam).
gayet:
son derece.
hâdisat:
olaylar.
Hakîm-i Rahîm:
hikmetle ve
merhametli Allah.
hâl:
durum.
hamd:
teflekkür, flükran.
hidayet:
do¤ru olan, hak olan.
hidayet-i ‹lâhiye:
Allah’›n kulunu
do¤ru yola erdirmesi.
hodbin:
kibirli, kendini be¤enen.
hükmünde:
de¤erinde, yerinde.
hüküm:
bir fley hakk›nda verilen
karar.
iman:
inanç, inanma.
inkâr:
kabul ve tasdik etmeme.
istikbal:
gelecek zaman.
itimat:
güvenme.
kâinat:
yarat›lm›fl olan fleylerin
tamam›
Kitabullah:
Allah’›n kitab›.
mahlûkat:
yarat›klar.
mahrum:
yoksun.
malûmat:
bilgiler.
mazhar:
flereflenme, nail olma,
kavuflma.
mebde-i hayat:
hayat›n bafllan-
g›c›.
memur-u musahhar:
itaatkâr
görevli.
mevcudat:
varl›klar.
mezar-› ekber:
çok büyük me-
zar.
muz›r:
zararl›.
müptelâ:
ba¤›ml›.
nak›s:
eksik.
nefis:
insan›n kötülü¤ü isteyen
yönü.
nur:
ayd›nl›k, ›fl›k.
nur-u ‹lâhî:
Allah’›n verdi¤i nur.
suret:
flekil.
ta¤ut:
put, fleytan.
tesadüf:
rastlant›.
vahfletgâh:
korkutan yer.
vahy-i semavî:
Allah’tan gelen
vahiy.
vakit:
zaman.
vak›a:
hâdise, olay.
zaman-› mazi:
geçmifl zaman.
zan:
sanma.
zulümat:
karanl›klar.
zulümat-› gaflet:
gaflet karanl›k-
lar›.
acip:
tuhaf; hayret veren.
ademâlûd:
yoklukla kar›fl›k,
yokluk bulaflm›fl.
ahir-i hayat:
hayat›n sonu.
âlem:
dünya, kâinat.
âlem-i arz:
dünya âlemi.
âlem-i berzah:
ruhlar›n k›ya-
mete kadar kalacaklar› âlem.
ayet-i kerime:
Kur’ân’›n aye-
1.
‹man nurundan dolay›, Allah’a hamd olsun.
2.
Allah iman edenlerin dostu ve yard›mc›s›d›r; onlar› inkâr karanl›klar›ndan kurtar›p hidayet
nuruna kavuflturur. (Bakara Suresi: 257.)
3.
‹nkâr edenlerin dostu ise ta¤utlard›r; onlar› iman nurundan mahrum b›rak›p, inkâr karan-
l›klar›na sürüklerler. (Bakara Suresi: 257.)