Ben sa¤ tarafma baktm; nihayetsiz bir zulümat için-
de, bir mezar- ekber gördüm, yani tahayyül ettim. Sol
tarafma baktm; müthifl zulümat dalgalar içinde azîm
frtnalar, da¤da¤alar, dâhiyeler hazrland¤n görüyor gi-
bi oldum. Köprünün altna baktm; gayet derin bir uçu-
rum görüyorum zannettim. Bu müthifl zulümata karfl,
sönük bir cep fenerim vard. Onu istimal ettim, yarm
yamalak fl¤yla baktm; pek müthifl bir vaziyet bana gö-
ründü. Hatta önümdeki köprünün baflnda ve etrafnda
öyle müthifl ejderhalar, aslanlar, canavarlar göründü ki,
Keflke bu cep fenerim olmasa idi, bu dehfletleri görme-
se idim dedim. O feneri hangi tarafa çevirdim ise, öyle
dehfletler aldm. Eyvah! fiu fener baflma belâdr dedim.
Ondan kzdm; o cep fenerini yere çarptm, krdm.
Güya onun krlmas, dünyay flklandran büyük elektrik
lâmbasnn dü¤mesine dokundum gibi, birden o zulümat
bofland. Her taraf o lâmbann nuru ile doldu; her fleyin
hakikatini gösterdi. Baktm ki, o gördü¤üm köprü gayet
muntazam yerde, ova içinde bir caddedir. Ve sa¤ tara-
fmda gördü¤üm mezar- ekber, bafltan bafla güzel, yeflil
bahçelerle, nuranî insanlarn taht- riyasetinde, ibadet ve
hizmet ve sohbet ve zikir meclisleri oldu¤unu fark ettim.
Ve sol tarafmda frtnal, da¤da¤al zannetti¤im uçurum-
lar, flahikalar ise süslü, sevimli, cazibedar olan da¤larn
arkalarnda azîm bir ziyafetgâh, güzel bir seyrangâh, yük-
sek bir nüzhetgâh bulundu¤unu hayal meyal gördüm. Ve
o müthifl canavarlar, ejderhalar zannetti¤im mahlûklar
ise, munis deve, öküz, koyun, keçi gibi hayvanat- ehliye
azîm:
büyük.
cazibe:
çekicilik.
da¤da¤a:
sknt, gürültü, telâfl, z-
trap.
dâhiye:
musibet, felâket, telâfl,
ztrap
dehflet:
büyük korku
ejderha:
korkunç ve hayalî bir
hayvan.
gayet:
çok.
güya:
sanki.
hakikat:
gerçek.
hayal meyal:
hayale yakn, haya-
le benzer.
hayvanat- ehliye:
evcil hayvan-
lar.
hizmet:
vazife.
ibadet:
kulluk.
istimal:
kullanma.
mahlûk:
yaratk.
meclis:
topluluk.
mezar- ekber:
çok büyük
mezar.
munis:
insana zarar verme-
yen.
muntazam:
düzenli.
müthifl:
korkunç, korkutan.
nihayetsiz:
sonsuz.
nur:
aydnlk, flk.
nuranî:
nurlu, flk saçan.
nüzhetgâh:
gezi yeri.
seyrangâh:
muhteflem man-
zaral yerler.
flahika:
zirve.
tahayyül:
hayal etme.
taht- riyaset:
bir reisin yö-
netimi altnda.
vaziyet:
durum.
zan:
sanma.
zikir:
Allah anma
ziyafetgâh:
ziyafet yeri.
zulümat:
karanlklar.
498 | SÖZLER
Y
RM
Ü
ÇÜNCÜ
S
ÖZ