82.
Hayat, cilve-i tevhittendir; müntehası da vahdet
kesb ediyor.
83.
İnsanlarda velî, Cuma’da dakika-i icabe, ramazanda
leyle-i kadir, esma-i Hüsnada İsm-i Azam, ömürde
ecel meçhul kaldıkça, sair efrat dahi kıymettar kalır,
ehemmiyet verilir. Yirmi sene müphem bir ömür, ni-
hayeti muayyen bin sene ömre müreccahtır.
84.
dünyada masiyetin akıbeti, ikab-ı uhreviye delildir.
85.
rızık, hayat kadar kudret nazarında ehemmiyetlidir.
kudret çıkarıyor, kader giydiriyor, inayet besliyor.
Hayat, muhassal-ı mazbuttur, görünür. rızık, gayri-
muhassal, tedricî münteşirdir, düşündürür. Açlıktan
ölmek yoktur. zira bedende şahm ve saire suretinde
iddihar olunan gıda bitmeden evvel ölüyor. demek,
terk-i âdetten neş’et eden maraz öldürür; rızıksızlık
değil.
86.
Âkilüllâhm vahşîlerin helâl rızıkları, hayvanatın had-
siz cenazeleridir. Hem rûy-i zemini temizliyorlar,
hem rızıklarını buluyorlar.
87.
Bir lokma kırk paraya, diğer bir lokma on kuruşa;
ağza girmeden ve boğazdan geçtikten sonra birdir-
ler. Yalnız birkaç saniye, ağızda bir fark var. Müffet-
tiş ve kapıcı olan kuvve-i zaikayı taltif ve memnun et-
mek için birden ona gitmek israfın en sefihidir.
88.
lezaiz çağırdıkça, “sanki yedim” demeli. “sanki ye-
dim”i düstur yapan
Sankiyedim
namındaki bir mes-
cidi yiyebilirdi, yemedi.
âkilüllâhm:
et yiyen.
akıbet:
sonuç, netice.
cenaze:
ölü beden; ölü, ceset.
cilve-i tevhit:
Allah’ın birliğinin
her bir varlıktaki cilvesi, görüntü-
sü.
dakika-i icabe:
duanın kabul ol-
duğu vakit, an.
delil:
şahit, belge, tanık.
düstur:
kanun, kaide, kural, pren-
sip.
ecel:
insan ömrünün belli vakti.
efrat:
fertler, tek olanlar, birler.
ehemmiyet:
önemli olma, değer-
lilik.
esma-i Hüsna:
Allah’ın güzel
isimleri.
gayrimuhassal:
elde edilmeyen,
elde bulunmayan.
gıda:
insanı besleyen şeyler.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hayat:
yaşayış, canlılık.
hayvanat:
hayvanlar.
helâl:
din bakımından günah ol-
mayan şey.
iddihar:
biriktirme, toplama, yığ-
ma.
ikab-ı uhreviye:
ahiretteki ceza.
inayet:
yardım, İlâhî yardım.
İsm-i azam:
en büyük isim.
israf:
gereksiz yere harcama, sa-
vurganlık.
kader:
Cenab-ı Hakkın ezelî ilmi
ile, kâinatta olmuş ve olacak bü-
tün şeylerin varlık ve yokluğunu,
geçmiş ve geleceğini bilmesi, tak-
dir ve tayin etmesi.
kesb etmek:
kazanmak.
kudret:
Allah’ın bütün varlığı çev-
releyen ezelî kuvveti.
kuvve-i zaika:
tat alma duygusu.
kıymettar:
değerli, kıymetli.
Leyle-i kadir:
Kadir Gecesi; rama-
zan ayının son on günü içinde
bulunan en hayırlı gece.
lezaiz:
zevkler, lezzetler.
maraz:
hastalık.
masiyet:
isyan, günah.
meçhul:
bilinmeyen, belli ol-
mayan, gizli.
mescit:
cami.
muayyen:
belli, belirli.
muhassal-ı mazbut:
kayıt al-
tına alınmış, ele geçirilmiş ve
meydana gelmiş kesin sonuç.
müffettiş:
araştıran, incele-
yen.
münteha:
en son nokta, so-
nuç.
münteşir:
yayılmış, açılmış;
dağınık.
müphem:
kapalı, belirsiz, giz-
li.
müreccah:
tercih edilen, üs-
tün tutulan, uygun bulunan.
nam:
isim, ün, şan.
nazar:
bakış, bakma.
neş’et:
meydana gelme, doğ-
ma.
nihayet:
son.
rûy-i zemin:
yeryüzü.
rızık:
yiyecek, içecek şey,
azık.
sair:
diğer, öteki.
sefih:
zevk ve eğlenceye aşırı
düşkün olan.
suret:
şekil, biçim.
şahm:
iç yağı.
taltif:
iltifat etme, lütufta bu-
lunma.
tedricî:
derece derece, yavaş
yavaş.
terk-i âdet:
alışkanlığın terki.
vahdet:
birlik.
vahşî:
yabanî, ehli olmayan.
velî:
Allah’ın sevgisine ermiş
kimseler, Allah dostu, evliya.
H
akikaT
ç
ekirdekleri
| 806 | Mektubat