Birinci kelimenin ırkını kesecek tek bir devası var ki,
o da vücub-i zekâttır.
İkinci kelimenin devası hurmet-i ribadır. Adalet-i
kur’âniye, âlem kapısında durup, ribaya “Yasaktır,
girmeye hakkın yoktur” der. Beşer bu emri dinleme-
di, büyük bir sille yedi. daha müthişini yemeden din-
lemeli.
43.
devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer mu-
harebesine terk-i mevki ediyor. zira, beşer esir ol-
mak istemediği gibi, ecir olmak da istemez.
44.
tarik-ı gayrimeşru ile bir maksadı takip eden, gali-
ben maksudunun zıddıyla ceza görür. Avrupa mu-
habbeti gibi gayrimeşru muhabbetin akıbetinin mü-
kâfatı, mahbubun gaddarâne adavetidir.
45.
Maziye, mesaibe kader nazarıyla; ve müstakbele,
maasiye teklif noktasında bakmak lâzımdır. Cebir ve
İtizal, burada barışırlar.
46.
Çaresi bulunan şeyde acze, çaresi bulunmayan şey-
de ceza’a iltica etmemek gerektir.
47.
Hayatın yarası iltiyam bulur. İzzet-i İslâmiyenin ve
namusun ve izzet-i milliyenin yaraları pek derindir.
48.
öyle zaman olur ki, bir kelime bir orduyu batırır, bir
gülle otuz milyonun mahvına sebep olur.
(HaşİYe)
öyle
HaşİYe:
sırp bir neferin Avusturya Veliahdına attığı bir tek gülle, eski
Harb-i Umumîyi patlattırdı, otuz milyon nüfusun mahvına sebep oldu.
acz:
güçsüzlük.
adalet-i kur’âniye:
Kur’ân’ın ada-
leti.
adavet:
düşmanlık.
akıbet:
son.
âlem:
dünya, insanlık âlemi.
beşer:
insan, insanlık.
Cebir:
ehl-i sünnet ve inançların-
dan ayrılan takım ve onun mez-
hebi, Cebriye.
deva:
ilâç, çare.
ecir:
ücretli işçi.
esir:
tutsak, kul, köle.
gaddarâne:
gaddarca, merha-
metsizce.
galiben:
çoğu zaman, çoğu kere.
gayrimeşru:
helâl olmayan, di-
nen yasaklanmış olan.
gülle:
top mermisi.
haşiye:
dipnot.
hurmet-i riba:
faizin haram ol-
ması.
ırk:
kök, damar, soy.
iltica:
sığınma.
iltiyam:
yaranın kapanıp iyi ol-
ması.
İtizal:
Ehl-i Sünnet ve inançların-
dan ayrılan takım ve onun mez-
hebi, Mutezile mezhebi.
izzet-i İslâmiye:
İslâmın ge-
rektirdiği haysiyet, şeref, yü-
celik.
izzet-i milliye:
millî izzet ve
şeref.
kader:
Cenab-ı Hakkın ezelî
ilmi ile, kâinatta olmuş ve
olacak bütün şeylerin varlık
ve yokluğunu, geçmiş ve ge-
leceğini bilmesi, takdir ve ta-
yin etmesi.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
mahbup:
sevilmiş, sevilen,
sevgili.
mahv:
yok etme, yok olma.
maksat:
istenilen şey, varıl-
mak istenen nokta, niyet.
maksut:
istenilen şey, istek,
arzu, gaye.
mazi:
geçmiş zaman.
maasiye:
günahlar, isyanlar.
mesaip:
zor işler, felâketler,
musibetler.
muharebe:
harp, savaş.
mükâfat:
ödül.
müstakbel:
gelecek.
namus:
kanun, nizam.
nazar:
göz atma, bakma, ba-
kış.
riba:
faiz.
sille:
açık elin iç yüzüyle vu-
rulan tokat.
tabakat-ı beşer:
sosyal sınıf-
lar.
tarik-ı gayrimeşru:
meşru,
helâl ve kanunî olmayan yol.
teklif:
Allah’ın, insanları emir
ve yasaklarına uygun hareket
etmekle vazifelendirmesi.
terk-i mevki:
yerini terk et-
me.
vücub-i zekât:
zekâtın farz
olması.
zira:
çünkü.
H
akikaT
ç
ekirdekleri
| 800 | Mektubat