Mektubat - page 794

5.
sivrisineğin gözünü halk eden, güneşi dahi o halk et-
miştir.
6.
pirenin midesini tanzim eden, manzume-i şemsiyeyi
de o tanzim etmiştir.
7.
kâinatın telifinde öyle bir i’caz var ki, bütün esbab-ı
tabiiye, farz-ı muhal olarak, muktedir birer fail-i muh-
tar olsalar, yine kemal-i acz ile o i’caza karşı secde
ederek,
(1)
o
º«
p
µ n
?r
G o
õjp
õn
©r
dG n
âr
fn
G n
?s
f p
G BÉ n
æn
d n
In
Qr
óo
b n
’ n
¿Én
ër
Ño
°S
di-
yeceklerdir.
8.
esbaba tesir-i hakikî verilmemiş; vahdet ve celâl öyle
ister. lâkin, mülk cihetinde, esbap dest-i kudrete
perde olmuştur; izzet ve azamet öyle ister; tâ nazar-
ı zahirde dest-i kudret mülk cihetindeki umur-i hasi-
se ile mübaşir görülmesin.
9.
Mahall-i taallûk-i kudret olan her şeydeki melekûtiyet
ciheti şeffaftır, nezihtir.
10.
Âlem-i şahadet, avalimülguyub üstünde tenteneli bir
perdedir.
11.
Bir noktayı tam yerinde icat etmek için, bütün kâ-
inatı icat edecek bir kudret-i gayr-i mütenahi lâzım-
dır. zira, şu kitab-ı kebir-i kâinatın her bir harfinin,
bahusus zîhayat her bir harfinin, her bir cümlesine
müteveccih birer yüzü, nazır birer gözü vardır.
âlem-i şahadet:
gözle gördüğü-
müz âlem.
avalimülguyub:
gaybî âlemler.
azamet:
büyüklük, yücelik.
aziz:
muhterem, saygın.
bahusus:
özellikle.
celâl:
büyüklük, azamet, ululuk.
cihet:
yön, taraf.
Dest-i kudret:
Allah’ın güç ve
kudret eli.
esbap:
nedenler, sebepler.
esbab-ı tabiî:
doğal sebepler.
fail-i muhtar:
dilediğini yapmak-
ta serbest olan.
farz-ı muhal:
olmayacak bir şeyi
olacakmış gibi düşünme, varsa-
yım.
Hakim:
her şeyi bir maksatla uy-
gun ve hikmetle yaratan, hikmet
sahibi Allah.
halk etmek:
yaratmak.
hikmet:
herkesin bilmediği gizli
sebep; gizli, bilinmeyen nokta,
İlâhî gaye.
ibare:
cümle.
icat:
yoktan var etme.
i’caz:
mu’cize oluş.
izzet:
mağlûbiyeti kabul etme-
yen şeref ve yücelik.
kâinat:
evren, bütün âlemler,
varlıklar.
kemal-i acz:
tam âcizlik.
kitab-ı kebir-i kâinat:
büyük kâ-
inat kitabı.
kudret:
güç, kuvvet.
kudret-i gayr-i mütenahi:
son-
suz güç ve kuvvet.
lâkin:
ama, fakat.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
mahall-i taallûk-i kudret:
kuv-
vetin tecelli ettiği yer, kudretin
ilişkili olduğu makam.
manzume-i şemsiye:
güneş sis-
temi.
melekûtiyet:
her şeyin doğrudan
Allah’ın ilim, hikmet ve kudretine
bakan, sebeplerin müdahale ede-
mediği aslı, esası, iç yüzü.
muhakkak:
doğru, gerçek.
1.
Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize verdiğinden başka bizim hiçbir kudreti-
miz yoktur. Muhakkak ki Sen çok yüce olan Aziz ve her şeyi hikmetle yapan Hakîm’sin.
H
akikaT
ç
ekirdekleri
| 794 | Mektubat
muktedir:
gücü yeten, iktidar
sahibi.
mübaşir:
müfettiş, meşgul,
denetleyen.
mülk:
emir ve idare altında
bulundurulan varlık; saltanat.
müteveccih:
yönelen, yönel-
miş.
nazar-ı zahir:
dışa dönük ba-
kış.
nazır:
bakan, gözeten.
nezih:
temiz, hoş.
noksan:
eksik.
perde:
örtü, engel.
secde:
baş eğme.
tanzim:
düzenleme, tertiple-
me.
telif:
yazma; yazılma, kaleme
alınma.
tentene:
dantel, tül gibi, ince
ve şeffaf.
tenzih:
Allah’ı şanına lâyık ol-
mayan şeylerden, her türlü
eksik ve noksandan uzak ve
yüce tutma, münezzeh say-
ma.
tesir-i hakikî:
gerçek etkile-
yici.
umur-i hasise:
küçük ve de-
ğersiz işler.
vahdet:
birlik.
zîhayat:
hayat sahibi.
zira:
çünkü.
1...,784,785,786,787,788,789,790,791,792,793 795,796,797,798,799,800,801,802,803,804,...1086
Powered by FlippingBook