üstadının, üstad-ı zülcelâl’inin ihatalı ilmi onlara bakar,
irade dairesine alır.
Bu hususta kat’î ve yakîn derecesindeki kanaatimin bir
sebebi şudur ki: Müşkülât-ı azîme içinde, el-Ayetü’l-küb-
ra’nın tefsir-i ekberi olan Yedinci Şuaı yazmakta çok zah-
met çektiğimden, bir kudsî teselli ve teşvike cidden çok
muhtaç idim. Şimdiye kadar mükerrer tecrübelerle bu gi-
bi hâletlerimde, inayet-i İlâhiye imdadıma yetişiyordu. ri-
saleyi bitirdiğim aynı vakitte, hiç hatırıma gelmediği hâl-
de, birden bu keramet-i Aleviyenin zuhuru, bende hiçbir
şüphe bırakmadı ki; bu dahi, benim imdadıma gelen sair
inayet-i İlâhiye gibi, rabb-i rahîm’in bir inayetidir. İna-
yet ise aldatmaz, hakikatsiz olmaz…
Sa i d Nu r s î
®
el-ayetü’l-kübra:
büyük delil
anlamına gelen risale, Yedinci
şua.
hakikatsiz:
asılsız, doğru olma-
yan.
hâlet:
hâl.
hatır:
zihin, fikir, hafıza.
husus:
özellik.
ihata:
kuşatma, kuşatılma, sarıl-
ma.
imdat:
medet, yardım dileme.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
inayet-i İlâhiye:
Allah’ın yar-
dımı.
irade:
dileme, istek.
kanaat:
kanma, inanma.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
keramet-i aleviye:
Hz. Ali’ye
ait keramet.
kudsî:
mukaddes, kutlu.
muhtaç:
kendisine bir şey lâ-
zım olan.
mükerrer:
tekrarlanmış, tek-
rarlı.
müşkülât-ı azîm:
büyük zor-
luk, sıkıntı.
Rabb-i Rahîm:
şefkat ve
merhamet sahibi olan Cenab-
ı Hak.
risale:
bir konuda yazılan kü-
çük kitap, mektup.
sair:
diğer.
tecrübe:
deneyim, sınama.
tefsir-i ekber:
büyük tefsir.
teselli:
avutma, acısını dindir-
me.
teşvik:
şevklendirmek, cesa-
ret vermek.
üstat:
öğretici; muallim, öğ-
retmen, usta, sanatkâr.
Üstad-ı Zülcelâl:
celâl ve ihti-
şamla öğreten üstat; Cenab-ı
Allah.
zahmet:
sıkıntı, eziyet.
zuhur:
görünme, meydana
çıkma.
i
şaraT
-
ı
g
aYBiYe
| 792 | Mektubat